17 Mart 2020 Salı

100 Years Of Christie: Agatha Christie's Marple

Bir başka dizi uyarlaması ile devam edeyim mini-tur'a. Agatha Christie's Marple. Görüldüğü gibi Marple uyarlaması, toplam 23 bölümden oluşuyor. İlk üç sezonda Miss Marple'ı Geraldine McEvan, sonrasındaki sezonlarda ise Julia McKenzie canlandırıyor. Bu dizinin bir sezonunda, bir bölümde Tommy and Tuppence romanı uyarlamasıydı diye hatırlıyorum, şu an kontrol etmeye üşendiğim için merak ediyorsanız siz kontrol edersiniz. Bizde böyle... Şaka. Ama siz edersiniz yani ben yapmayacağım. Bu  cümleleri yazana kadar kontrol etmiş olabilir miydim, elbette. Ama o zaman tadı çıkmaz, ben olmam.

Miss Marple romanlarını sevmiyorum gibi anlaşılmasın ama asla bir Poirot olmuyorlar nedense. Onun haricinde hepsinin Agatha Christie'nin zekasının eseri olduğu belli, diyecek lafım yok. Miss Marple romanları da toplam 15 roman, şimdi tekrar baktım. 

Bu uyarlamayı toplamında iki farklı oyuncu tarafından canlandırılan başkaraktere rağmen sevdim. Ancak Poirot'da olan romanlara sadakat burada o kadar yok. Öncelikle romanların birinde katil bile değişik. Hangisi olduğunu söylemeyeceğim elbette, ancak düşünün yani. Öte yandan, toplumsal çeşitlilik, eşitlik derken araya yine romanlarda olmayan detaylar eklenmiş, karakterlerin hayatlarına, kişiliklerine böyle müdahaleleri ben yobaz bir Agatha Christie sever olarak hoş ya da doğru bulmuyorum. Gidin sosyal mesajlarınızı başka yerde verin. Böyle dediğim için dizide herhangi bir değişiklik olamaz çünkü 2004-2013 yılları arasında yayınlanmış.

Poirot'ya bakarak bu dizinin biraz daha kıpır kıpır olduğunu söyleyebilirim. Tam ne anlatmak istediğimi şöyle ifade edeyim; mesela dizinin müziğinden, müzik seçimlerinden, hakim olan genel bir neşeden bu kıpır kıpır hal yansıyor. Kasvet burada pek yok; evet cinayet, ölüm, sinsilik, kin, nefret her yerde var ama burada ağır basan şey, ekrana yansıyan kısım için söylüyorum, kasvet değil. Romanlar böyle değil bu arada, bu hal orada yok. Tamamında ya da sürekli, yoğun biçimde yok diyebilirim.

Elbette, her sorumlu insan gibi, romanları okumadan diziyi izlememeniz gerek. Gerçekten sinirlenirim.

Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız.

14 Mart 2020 Cumartesi

100 Years of Christie: Poirot

Bir önceki yazıda "yazıları belki yazmam" diye umutsuzluk aşıladım, herkes çok üzüldü, bir seri beklentisiyle 24 saat blog'da nöbet tutan milyonlar kahroldu biliyorum ama işte yeni yazı, şaşırın.

Poirot dizisinden bahsetmek istiyorum. Dizi ve film izlemek çok ilgimi çekmiyor özellikle film izlemek, filme uyarlanmış bir eser varsa kitabını okumayı tercih ederim örneğin. Yazılarımın gereksiz bilgi detayını hemen doldurmuş olarak devam edeyim. Ama Poirot'yu izlemesem olmazdı. Beğendiğim için onlarca kez izlemesem hiç olmazdı. Ben de olması gerekeni yaptım ve yapıyorum. 

Poirot, toplam 70 bölüm, 13 sezondan oluşan, 1989 ve 2013 yılları arasında yayınlanmış İngilitere yapımı bir dizi. Adından da anlaşılacağı üzere Agatha Christie'nin Poirot serisindeki öykü ve romanların televizyona uyarlanmasından oluşuyor. İlk sezonlar ağırlıklı olarak, hatta tamamı öykülerin uyarlaması. Sonrasında romanların uyarlaması var ki burada da geçen yıllar içinde ekibin karaktere ve romanlara nasıl şekil verdiğini, geçen yıllar içinde uyarlamalarda nasıl değişimler olduğunu görüyoruz. En basitinden giriş müziği, Poirot'nun evi (evinin iç dekoru aslında), gittikçe nedense basan bir hüzün, gerilim. Bunları romanlarda böylesine hissetmemiş biri olarak yazıyorum, bazen bölümler fazlasıyla hüzünlü ve depresif gelebilir. Buna etki eden sadece kurgu değil, onu demek istiyorum. 

Poirot karakterine hayat veren David Suchet dışında hiçbir insan Hercule Poirot'yu böylesine güzel aktaramazdı ekrana eminim. İlk izlediğimde "ha o oynuyormuş" diyor gibi oldum; yani kitapları okurken kafamda canlanan kişi oynuyor, iyi başkasına oynatmamışlar - gibi. Kendimi çoğu hareketinde, tutumunda gördüğüm Poirot karakteri, yeri geldiğinde tüm inatçılığıyla, yeri geldiğinde tüm naifliği ile ekrandaydı. Bir de Hugh Fraser'ın canlandırdığı Hastings var, Miss Lemon'u canlandıran Pauline Moran var, C.I. Japp'i canlandıran Philip Jackson var. Hastings'in tüm kafası durmuş halleri, Poirot'ya bozulmuş halleri o surattan başka bir suratta olmazmış gibi; büyük dosyalama sistemini geliştirmek için kendisini işine adayan Miss Lemon, başka bir kadının görüntüsünde olamazmış gibi; tuvaletle girdiği keşif sürecinden gururla çıkan başarılı ya da başarısız dedektif Japp, Jackson'dan başkası olamazmış gibi. Dizide her şey Agatha Christie hayranı birini sadece kafasındakini görebilmesi için yaratılmış gibi. Bu kadar çok gibi kullanıyorum çünkü böyle uygun gördüm gibi. Madam Oliver ve oraya buraya dökülen saçılan elmaları; elmalar da romanlardaki elmaların aynısı - gülelim.

Seri olduğu gibi mi aktarılmış derseniz; evet, ancak bazen küçük detaylarla farklılaştırılmış. Kurguda bir farklılığa gidilmemiş. 

Poirot'nun o küçük bıyık tarağını, tek tek eşit parçalara böldüğü üçgen ekmeğine eşit biçimde koyduğu reçeli, iyi büyümediği ve zaten kare olmadığı için hayli sinirlendiği kabağını görmek ne kadar mutlu ediyor inanamazsınız - inanmazsanız da yapacak bir şey yok. Bu arada bahsettiğim kabak, romanda karpuz. Poirot onların kare olmadığı için mutsuz. Dizide ise bir kabak; gördüğü bakımı nankörce iten bir kabak.

Bu arada, romanlarda sıcak kakao, yerini dizide daha çok ıhlamura bırakıyor. 

Dizi övdüm. Ama bu dizi değil, bu Poirot. 

Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız.

10 Mart 2020 Salı

100 Years of Christie: En Sevdiğim Beş Eseri

100 Years of Christie'yi fırsat bilip ne zamandır yazmak isteyip de yazmadığım Agatha Christie yazılarına başlamak istedim. Muhtemelen devamı gelmez diye düşünüyorsunuz, evet, ben de öyle düşünüyorum ama düşünmeyin. Size uyarlama filmleri hakkında kısa bi yazı daha yazmak boynumun borcudur. Çünkü burada kaç kişiyiz, üç mü altı mı?

Gereksiz girişten sonra, Agatha Christie'yi ne kadar sevdiğimi birkaç cümle ile özetleyim. İlk olarak 1999 Ağustos'unun 25'inde Noel'de Cinayet adlı eseriyle tanıdığım yazar, en sevdiğim yazarlardan biridir. Polisiye küçümsenir, çerez görülür, aşağılanır, yerden yere vurulur ya da bunların hiçbirine tenezzül edilmez. Aksini düşünüyorum; iyi bir polisiyede iyi bi kurgu, iyi bi mesele vardır çoğu zaman. Noel'de Cinayet bana küçük yaşımda kin nedir, gerçekten öğreten eserdir. Kinci oldum demiyorum, sadece kin nedir öyle öğrendim. Uygulamalı ders işlemek gibi düşünün, ya da bir örnek olmadan anlamadığınız bir konuyu. Kin nedir biliyordum ama o kitap aslında bilmediğimi öğretti. O kitabı okuduktan kısa süre sonra da Nil'de Ölüm'ü okudum; yine kin ve nefret nedir diye küçük bir insana öğret deseler, bu iki kitabı rahatlıkla öneririm galiba. 

Ayrıca bir şekilde kafayı kullanmayı öğretiyor diyebilirim; boşuna metodoloji dersinde yıllar sonra bu fikrim pekişmedi sanırım. Onu da fark edince elimde kalem kağıt, ipuçlarını bulmayı ve katili tahmin etmeyi görev bildim. Her şeyi görev bilirim, görev değilse yapmam çünkü özür dilerim.

Sonrası da çabuk geldi; hemen her kitabını okumak gibi bir amacım oldu o yaşta, Poirot'yu daha çok sevdim hep, Miss Marple bana pek benzemiyordu çünkü. Onu da seviyorum - çok. Ama Poirot'ya bakınca kendimi görüyorum. Yıllardır böyle, hatta Poirot dizisini izlediğim zaman da o ruhu o kadar vermişler ki, kendimi izledim. Çoğu uyarlamasını beğenmiyorum - bunları diğer yazıda yazarım.

Şimdi en sevdiğim romanlarını hiç okumamış olanları da düşünerek yazayım, umarım okumamış olanlar için de bir bahane olur. 

Roger Ackroyd Cinayeti (The Murder of Roger Ackroyd): Agatha Christie'nin resmen dalga geçtiği, şov yaptığı roman. Okurla dalga geçerek okuru ayıltmak diye bir şey varsa bu o romandır. Romanın ardından okumanız gereken, bu kitap üzerine yazılmış bir kitap var. Onu okumazsanız neyden bahsettiğimi yarım anlarsınız. Böyle bi kurgu yok ya.

Noel'de Cinayet (Hercule Poirot's Christmas): İlk okuduğum ve sonrasında herhalde 50 kere okuduğum romanı. Konuyu internetten doğrudan bulursunuz; ben neden sevdiğimi girişte yazmıştım, bunda tekrar olmasın.

Ve Perde İndi (Curtain): Hercule Poirot'lu son roman bu. İnsan psikolojisi diye tüm romanlarında Poirot üzerinden konuyu işleyen Christie'nin ne demek istediğini anlatıyor aslında. 

Doğu Ekspresinde Cinayet (Murder on the Orient Express): Bir üstte yaptığım yorumla benzer bir yorum buna da yapılabilir; Hercule Poirot karakteri hakkında da çok şey anlatan bir roman. 

On Küçük Zenci (And Then There Were None): Christie'nin nasıl bir insan olduğunu ve benim nasıl bir insan olduğumu en beğendiğim beş kitaptan çıkarmanız mümkünse, bazı şeylerin neden gerekli olduğuna koşulsuz inandığımı bu romanı da listeye yazmam çok işe yarayacaktır. 

Fikir ve sanat eserleri kanunu madde 34, ek fıkra 3 uyarınca eser sahibinin izni olmadan kullanılması yasaktır. 
Lütfen yazılarımın tamamını ya da bir bölümünü kullanmayınız.