28 Aralık 2012 Cuma

Okunacak Kitaplar

Siz de kendi okunacaklar listenizi paylaşmak isterseniz, buyrun...

27 Aralık 2012 Perşembe

Ne Okuyorum?

Çok yoğun geçen bir haftadan, günde 1 saat uyuyarak ayakta kalmaktan sonra yorulan sadece gözlerim değil, zihnimdi de. Sanırım bu yüzden elimdeki dört kitabı da dün okuyasım gelmedi, kendi kendime garip bir sinir hali içinde okumak istemediğim kitaplara baktım baya bir. Zira kitap yarım bırakmam, nefret ettiğim bir durumdur.

Bir süre kitapları zorla okumaya çalıştıktan sonra baktım olmuyor, gözümü diktiğim kitabı sonunda kitaplıktan alıp okumaya başladım. Çok iyi geldi. Neil Gaiman'dan Mezarlık Kitabı.

Arka kapak yazısı;

Arkadaşlarının Bod diye hitap ettiği Nobody Owens normal bir çocuktur.

Eğer bir mezarlıkta yaşamasaydı, hayaletler tarafından büyütülüp yetiştirilmeseydi ve yanında ne canlıların ne de ölülerin dünyasına ait olan sadık bir koruyucusu olmasaydı, Bod tamamıyla normal olurdu.

Bir çocuk için mezarlıkta tehlikeler ve maceralar vardır - tepenin altındaki çok yaşlı Çivit Rengi Adam, gulyabanilerin terk edilmiş şehrinin bulunduğu çöle açılan bir geçit, korkunç bir tehdit saçan tugaf Bekçi...

Ama Bod mezarlıktan ayrılırsa, ailesini de öldürmüi olan Jack denen adamın saldırısına uğrayacaktır...

Mezarlık Kitabı, Neil Gaiman. İthaki Yayınları, 284 sayfa.

26 Aralık 2012 Çarşamba

Öykü Kitaplar

Son günlerde aldığım kitaplardan ikisi öykü kitabıydı, bahsetmek istedim.

Birincisi, özellikle lise yıllarımda Anton Çehov'un öyküleri ile beraber severek okuduğum Fransız yazar Guy De Maupassant'dan The Best Short Stories adlı kitap. Maupassant'ın dilini yalınlığından ve gündelik şeyleri anlatırken başvurduğu sadelikten dolayı çok seviyorum. Ne zamandır da okumamış olduğumu da kitabı Remzi Kitabevi'nde görünce hatırladım, hemen aldım.

Diğeri ise Milton Crane'in bir derlemesi olan ve içinde elli öykü bulunan, şu an D&R'ın en çok satanlar listesinin ilk sıralarında da olan bir kitap; 50 Great Short Stories.

İçinde bulabileceğiniz öykülerin yazarlarından bazıları ise şöyle; James Joyce, Poe, Huxley, Hemingway, O'Henry, Faulkner, Kipling, Wells, O'Connor, Shaw...

2012 yılı içinde okuduğum bir kitap, Yamuk Bakan Öyküler. Bilimkurgu sevenlere özellikle tavsiye edeceğim bu kitap içinde muhtemelen şimdiye kadar bir kaçını okuduğunuz öykülere denk geleceksiniz ama kitaplıkta bulunması gerektiğini düşünüyorum, güzel bir derleme olmuş; Arthur Conan Doyle, Arthur C. Clarke, Isaac Asimov gibi...

Son olarak Ursula K. LeGuin'den Rüzgargülü, bir bakın derim.

Sizin de önermek istediğiniz öykü kitapları varsa yorum olarak yazmanız yeterli.

25 Aralık 2012 Salı

Hermann Hesse "Rosshalde"

Yıl bitmeden, son zamanlardaki okumalarımdan uzak bir eser, Hermann Hesse'den Rosshalde'yi seçmiş olmaktan memnunum. Ne zamandır böyle bir roman okumamıştım. Üstelik şu ana kadar okuduğum en iyi Hesse romanı. Sanırım içinde barındırdığı yalnızlığı ve soğukluğu bu denli içten, özellikle bir sanatçının gözünden bolca anlatmayı başardığı için.

Rosshalde, Johann Veraguth'un piyanist karısı ve iki oğlu ile yıllar önce, karısıyla arasında ezelden beri olan soğukluğa rağmen bir zamanlar beraber ve mutlu yaşamaya başarabildikleri bir ev iken, zamanla soğuğun ve yalnızlığın kol gezdiği bir eve dönüşmüştür; ressam Veraguth kendisine evin bahçesi içinde başka bir "ev" inşa ettirmiş ve çalışmalarıyla beraber orada yaşamaktadır. Karı ve koca arasındaki yegane bağ ise küçük oğulları Pierre'dir, zira ailenin büyük oğlu da babasıyla yaşadığı sorunlar yüzünden evden ayrılmıştır.

İşte hikayenin kırılma noktası, Pierre'in başına gelen bir felaket ve ondan bir süre önce Veraguth'un kendisini ziyarete gelen, Burkhardt.

Rosshalde'de okurken gördüğüm en çarpıcı noktalara değinmek istiyorum. Ancak öncelikle belirtmek istediğim şey kitabı okumayanlara yönelik; kitabın arka kapak yazısında da yazıldığı üzere ailenin tamamen dağılması Pierre'in ölümü ile gerçekleşiyor, yani yazım boyunca bu konuya değinecek olmam size kitabın sonunu söylemiş olmamla aynı kapıya çıkmayacak aslında.

Veraguth'un kişiliğinde beni çeken şey, yaratım sürecinde tamamen kendi içine kapanan ve biricik oğlundan bile kendisini soyutlayan bu adamın, arkadaşı Burkhardt'ın peşinden Hindistan'a gitmeye karar vermesi sürecindeki düşünceleri idi. Kendisinin ne kadar kapana kısılmış ve yalnız olduğunu farketmesi ardından yaşadığı bu süreç, acı bir biçimde, aslında zamanla kendisinden soğuyacağını bildiği küçük oğlundan vazgeçmesiyle sona eriyor; nasılsa bir gün Pierre ondan uzaklaşacaktı, o yüzden onu ardında bırakıp uzağa gitmek, kendisini özgür kılmak neden acı versin ki? İçi yanarken bu kararı veriyor, oğlundan, oğlu uğruna kaldığı Rosshalde'den vazgeçiyor ve gitmeye karar veriyor. Her ne kadar karısından "küçük oğlunu kendisine bırakmasını" istese bile. Fakat sonunda, Pierre hastalanıp yatağa düştüğünde, Veraguth'un içinde inceden bir huzur beliriyor; artık zorlanmadan uzağa gidebilecektir. Ve inanılmaz bir biçimde, karısı, adeta dalga geçermiş gibi görünse de Pierre iyileştiği takdirde oğlanı kocasına vermeye razı gelir ki bu kitapta oldukça zorlanan bir kısım; okuması zorlanan; çocuk ölüm döşeğindeyken babasına bağışlanır ve Veraguth çocuğun zaten kayıp gideceğinin bilincindedir.

Bir diğer öne çıkan nokta ise kendi içindeki bir yalnızlıkta krizden krize düşmeye, hastalığın ilk aşamalarında sinir krizine düşmeye başlayan küçük çocuğun, ateşli hastalığının başlangıcında yüzeye çıkan bilinç altı. Yaşadığı krizler sırasında, okurken fark edeceğiniz üzere Pierre'de derin bir yalnızlık ve kıskançlık hakim. Elbette bu kıskançlığı bir çocuğun yalnızlığından doğup geldiğini de belirtmekte fayda var.

Çok akıcı, çok derin bir kitap. Bir sanatçının aslında yalnızca ne istediğini de görebilirsiniz, bir çocuğun tek hayalini de, ya da buz gibi bir kadının kendi dünyasında ne kadar sıkışıp kalmış olduğunu da.

Hermann Hesse'yi bu denli büyük kılan yapıtlarından okumak için en güzel örneklerden biri.

Rosshalde, Hermann Hesse. Yapı Kredi Yayınları, 167 sayfa.

Alıntı

Dün Rosshalde'den bir alıntı paylaşmıştım blog'da. Düşündüm ki siz de belki elinizde, okumakta olduğunuz kitaptan hoşunuza giden bir kısmı paylaşmak isteyebilirsiniz belki.

Tek yapmanız gereken kitap, yazar adı, yayınevi adı ve alıntının olduğu sayfanın numarasını vererek alıntınızı bu başlığın altına yazmak.

Buyrunuz.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Hediye Kitap Önerileri

Malum, yılbaşına az kaldı. Siz de benim gibi hediye vermeyi seviyorsanız muhtemelen şimdiden sevdiklerinize bir şeyler alıp, paketleri masanın üzerinde biriktirmeye başlamışsınızdır.

Alışveriş için hafta sonunu bekleyip kararsız kalanlar vardır belki diye küçük bir liste hazırlamak istedim; hediye olarak kitabı tercih edenlerin ilgisini çekebilir.

İlk kitap, sanırım hepinizin aklına Noel - yılbaşı çerçevesinde yılın bu zamanlarında gelen bir kitap; Charles Dickens'den Bir Noel Şarkısı. Dün Remzi Kitabevi'nde çok sevimli İngilizce baskılarını gördüm, bakmak isterseniz.

Agatha Christie bağımlısı olup da bu kitabı önermiyor olmam düşünülemezdi; Noel'de Cinayet. Tamam, cinayet işin içine girdiğinde, yeni yıldan beklentilerin "umut ve mutluluk" çerçevesi etrafında döndüğü göz önüne alınarak biraz çekince yaratabilir ama merak etmeyin, pişman olmaz okuyacak kişi. Özellikle ilk kez Agatha Christie okuyacak olan biriyse.

Scarlett Thomas'dan Bizim Hazin Evrenimiz; bu yılın en iyi kitabı olduğunu düşündüğüm için kafadan bu listeye girdi.

Aziz Nesin'den Şimdiki Çocuklar Harika. Aziz Nesin'e sahip olduğumuz için ülke olarak gurur duymamız gerektiğini düşünüyorum. Çocukken okuyup bu kitabı çok sevmiştim; genç ya da çocuk, yaşlı ya da orta yaşlı diye ayırmadan herkesin okumaktan aynı zevki alabileceği bir kitap. Güvenin bana.

Alice Harikalar Diyarında, Lewis Carrol. Yılın bu zamanlarında etrafı daha sevimli görmek isterseniz, belki yöntem olarak biraz karmaşık olsa da bu kitap tavsiyedir; D&R'da ciltli baskıları vardı, hediye etmek için güzel seçim.

Stephen Hawking, Büyük Tasarım. Bu yıl içinde çevrilen, dehanın bu kitabı da konuyla ilgilenenlere, konuya yönlendirilmek istenenlere...

Yeraltından Notlar, Dostoyevski. Nedense ille de bir Dostoyevski kitabı olsun istedim bu listede, ilk aklıma gelen de çok sevdiğim bu kitaptı.

Anton Çehov'un öykü kitaplarından herhangi birini de listeye eklemeden olmaz.

Polisiye sevenleri bambaşka bir polisiye ile tanıştırmak için ise China Mieville'den Şehir Ve Şehir.

Bence, her evde olması gereken, her bir sayfasında sizi delirtebilecek bir kitap; Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine, Nicolaus Copernicus. Her evden kastım, astronomiye ilgi duyan insanların yaşadığı evler aslında, konuya ilgisi olmayanlar için ise kötü bir seçim olacaktır. Okuması zor bir kitap zira.

Stieg Larsson'dan Millenium Serisi.

Jo Nesbo'dan Kızılgerdan. Batı Avrupa polisiye ustalarından bir eser hediye etmek isterseniz.

Henning Mankell'i eklemeden olmaz; Beşinci Kadın'ı da hemen eklemek lazım.

Edip Cansever'den Sonrası Kalır; toplu eserlerinin birinci cildi. Aldığınız kişi şiirleri severse devamını da kendisi alsın. Hehe. Sevmemesi mümkün değil zira.

Bilimkurgunun öncülerinden H.G Wells'i unutamayız; Görünmez Adam.

Bir diğer kült eser; Aldous Huxley'den Cesur Yeni Dünya.

Kimse yeni yılda kendisini böcek gibi hissetmesin ama; Franz Kafka'dan Dönüşüm.

Rosshalde

"Umudunu yitirmemiş kişi mutludur!" diye sesini yükseltti Burkhardt, üzerine basa basa. "Peki, sen neyi umursuyorsun? Başarı desen değil, şan şöhret desen değil, para desen o da değil; büyün bunlar fazlasıyla var sende. Ne adamsın, hayat nedir, haz, sevinç nedir bildiğin yok asla! İçinde hiç bir umut taşımıyorsun, öyleyken memnunsun! Anlamıyor değilim, haklı olabilirsin, ama berbat bir durum var ortada Johann. Şakaya gelmeyecek bir çıban; kimde böyle bir çıban var da yarıp açmaktan kaçıyorsa, o bir korkaktır."

Rosshalde, Hermann Hesse. Yapı Kredi Yayınları. Sayfa 60'dan alıntıdır.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Jane Austen "Northanger Manastırı"

.Bu kitabın 1797’de yazılmaya başlanmış ve 1803’de tamamlanmış olmasına inanamıyorum. Bunun sebebi yazılması süresince geçen zaman değil, okurken aslında nasıl da şu anki gündelik hayatta o zamandan beri insan ilişkileri adına (üstelik başka bir ülkede) bu kadar az değişimin yaşanması. Evet, artık balo salonlarında kızlar dansa kalkmak için beklemiyor ve kendilerini dansa kaldıran centilmenler(!)e karşı duygusal bir yakınlığa girmiyorlar. Her şey daha basit ancak daha karmaşık anlamlara çıkabilecekken, artık her şey daha basit ve daha kolay bir halde zira. (Bu bir yadırgama cümlesi değildir, onu özellikle belirtmek istiyorum. Kendimce bir tespitten ötesinde bir paylaşım değildir.) Ama, belki klişe bir laf olacaktır, hala kırmak ve kırılmak, yalan ve kendini beğenmişlik değişmeden, olduğu gibi hissettiren şeyler. İşte bu paralelliklerin berraklığı da kitabın zamanının ötesinde olmasının bir göstergesi.

Jane Austen’in Northanger Manastırı, genç bir kız olan Catharine Morland’ın ailesinden uzakta, bir tanıdıklarıyla beraber bir süreliğine başka bir yerde yaşamasıyla ve genç kızın insan ilişkilerinin içinde ilk kez bu kadar sosyal biçimde yer almasıyla başlayan süreci ve sonunda olan biteni anlatıyor.

Catharine, başkahramanımız bence oldukça eğlenceli bir kız; dürüst, kafasından olmadık hayaller geçebilen ve bunları da genelde (işte burada bana benzeyen yönü ortaya çıkıyor) okuduğu macera / korku romanlarında geçen olaylarla paralel tutarak geliştirmekte olan bir kız. Bu yönü bana çok sevimli geldi. Özellikle kendi kurduğu şeylere kendisinin o kadar kaptırması, geniş bir hayal dünyasının olması… Belki bunu ben bu şekilde algılamışımdır yalnız. Derler ya, herkesin yorumu farklı olur bir kitap hakkında, herkesin anladığı, belki de anlamayı tercih ettiği farklıdır aslında.

Kitap iki kısımdan oluşuyor, ilk kısımda bolca dans, kasabanın sosyalleşme alanı olan kamusal alanlarda atılan uzun turlar belki okurken sürekli tekrar gibi görünse de kitabın ilerleyişi açısından bence her bir satır bir sonrakini anlamak açısından gerekli anlatımlar.

Jane Austen’i seviyorsanız ve 1800’lerin eserlerine bir ilginiz varsa atlamamanız gereken bir kitap.

Northanger Manastırı, Jane Austen. Türkiye İş Bankası Yayınları, 408 sayp>

18 Aralık 2012 Salı

Kitap Kapakları II

Hazır kitap kapaklarından bahsetmişken, bookpage.com sitesinde 2012'nin en iyi 25 kitap kapağının yer aldığı bir liste var.

Ben bazılarını çok beğendim. En beğendiğimi de yan tarafta görebilirsiniz. Bazılarını da hiç beğenmedim ayrıca, zevktir diyip susuyorum.

Sizin beğendikleriniz hangileri?

Link için;

http://www.bookpage.com/the-book-case/2012/12/12/25-best-book-jackets-of-2012/

Kitap Kapakları I

Güzel kitap kapağı tasarımlarına bakıp içeriğini merak eden bir ben değilimdir herhalde. Aynı şekilde bir kitabın kapak tasarımı kötüyse (bilmediğim bir yazar ve kitap ise bu durum geçerli, özellikle belirteyim) onu genelde pas geçerim. Evet, öyle. Ama bu örneklerde olduğu gibi hem içeriği hem de kapağı kitabı merak ettiren cinsten olursa da... Doğan Kitap'ın internet sitesindeki bu kitapların içeriklerini siz de merak etmez miydiniz?

16 Aralık 2012 Pazar

Patti Smith "Hayalperestler"

Belki hepinizin aklına ilk “Horses” gelmiştir Patti Smith adını görünce.

Benim Patti Smith denince aklıma ilk gelen odur çünkü.

Kitap ise konu olarak benim aklıma gelenlerden uzak.

Patti Smith’in bir arkadaşının isteği üzerine giriştiği bir çalışmanın ürünü olan Hayalperestler adlı kitap, nasıl ki yazarın geçmişinden kareleri (yer yer gerçekten kareleri, zira kitapta farklı dönemlerde çekilmiş fotoğraflar da mevcut) satırlarında size sunmasının yanında, sizin de kendi geçmişinize, özellikle de çocukluğunuza doğru bir yolculuğa çıkmanıza vesile oluyor.

Hayalperestler, kitaba adını veren bu kelime, orijinalinde Woolgatherers kelimesi ve İngilizce’de ilginç biçimde kitap içindeki iki anlama da hitap ediyor; birincisi bizim bildiğimiz anlamıyla hayalperest; diğer ise çayırlarda otlayan koyunların dikenli çalılara takılan yünlerini toplayan kimse.

Küçük, hayalperest bir kızın çocukluğunda gördüğü ve kendisine büyülü gelen kelimenin diğer anlamının kullanılması sebep olan kişiler, kitaba verilen bu ismin isabetli olduğunun bir kanıtı sanki.

Pati Smith’in çocukluğuna, aile yaşantısına, evcil hayvanlarına ve kardeşlerine olan bağlılığına, üretim sürecinden kısa anlara tanık oluyorsunuz. Üstelik bunu öyle yalın ve içten bir dille yapıyor ki, tıpkı kitabın arka kapak yazısındaki kitap hakkındaki umuduna benzer bir hal içine giriyorsunuz; okurun içini nedensiz bir neşe ile doldurmayı başarmak.

Bunu tam olarak neşe diye adlandırabilir miyiz bilemiyorum lakin bende yarattığı daha ziyade huzur, hatta çocuklukta ne kadar hasta bile olsanız içinizde daima bulunan o huzur olur ya, ne kadar yara bere içinde olsanız da aslında hep bir huzurun kanatları altında olursunuz ya, işte o huzuru anımsattı bana kitap. Ve elbette yazma isteğimi tetikledi.

Kısa bir kitap, ama sizi sürüklediği yerler ve aklınıza getirdikleri sayfalar dolusu. Yeniden çocuk olma özlemi sardı içimi, buruk bir huzura dönüştü yer yer.

Hüzünle karışık bir neşe diyebiliriz belki.

En nihayetinde okumanın güzel olduğu bir kitaptı.

Hayalperestler, Pati Smith. Domingo Yayınları, 80 sayfa.

14 Aralık 2012 Cuma

Philip K. Dick "Çığrından Çıkmış Zaman"

Philip K. Dick’den Çığrından Çıkmış Zaman (Time Out Of Joint)’ın hikayesini ne denli buraya özetlemeye çalışırsam o kadar kitabın sonundan bahsedip, hikayeyi mahvetmekten çekiniyorum. Bu yüzden olan bitene dair kısa birkaç cümle ile geçmek yeterli olacak.

Ragle Gumm, kardeşi Margo, kardeşinin kocası Vic ve küçük çocukları Sammy ile beraber yaşamaktadır. Hayatını ise, son üç yıldır bir gazete yayınlanan günlük bulmacaları çözerek, (daha doğrusu bir “tahmin” oyununu doğru tahmin ederek) geçirmekte ve kazanmaktadır. Zamanın ve işlerin çığrından çıkması ise askerdeyken öğrendiklerini yeğeniyle paylaşması sonucu, ona yaptığı basit bir radyo ile başlayacaktır; radyodan duydukları ve olan biten birden onlara sahte gibi görünmeye başlar. Bir şeyler olmaktadır ve onlar adeta yalıtılmış bir dünyada, sahte bir gerçeğin içinde yaşamaktadırlar.

Bundan sonrası, aslında buraya kadar bir Truman Show havası yaratmakta. Zaten okumaya başlar başlamaz, satır aralarında bilinen gerçeklerin bu ailenin dünyasına tamamen yabancı olması gibi detaylarla beraber bir gerçek dışılığı hissetmeye başlıyorsunuz.

Nerede olduğunu ve nereye ait olduğunu anlamayan Ragle’ın bildiği en net şeyin kendisini hemen herkesin tanıyor olması da bu Truman Show hikayesini destekler nitelikte; ancak bunun hikayede bir süre oturtulduğu gerçek ise Gumm’ın gazete oyunundaki başarısının sürekli gazetede fotoğrafının yer almasıyla kamuoyuna paylaşılması.

Çığrından gerçekten çıkan bir zaman içinde kalmış olan karakterlerin içinde bulundukları çıkmazları siz de parçalarıymış gibi izliyorsunuz; özellikle okurken kitabın filme uyarlaması nasıl olurdu acaba diye düşünmeden edemedim. (Belki de vardır uyarlaması, bu yazı bitince Google’dan bakarım. Ama bildiğim kadarıyla yok.) Çok sürükleyici bir kitap bir günde bitti.( Zaman zaman nefesimi tutup okudum, özellikle kamyonla ilerledikleri sayfalarda. Neden böyleyim bilmiyorum.)

Phil K. Dick’in benzersiz dünyasının bir parçası olan bu kitapla ilgili tek sorun ise çevirideki hatalar. Gerçekten “geri iade etmek” gibi yanlış bir kalıbı iki kere kullanmış olmaları rahatsız edici, hoş bir kere bile kullanmaları zaten rahatsız edici. Bu benim en çok gözüme batan hataydı, birkaç tane de kelime – birebir çeviri hatası vardı, daha fazlasını fark eden varsa söyleyebilir.

Umarım yeni baskılarında bu hataları düzeltirler.

Çığrından Çıkmış Zaman, Philip K. Dick. 6:45 Yayınları, 274 sayfa.

13 Aralık 2012 Perşembe

Yeniler I

Okumakta olduğum ve okunmayı bekleyen kitap yığınım haricinde gözüm her zamanki gibi sahip olmadığım kitaplarda. Bu kitaplara gözümü kestirmem de internette kitap listeleri yapmak için geçirdiğim zamanın sonucu. Genellikle bağnaz bir okuyucu olduğumdan olsa gerek yıl içinde yeni çıkan kitapları pek takip etmezdim, zamanla bunu kırmaya başladım. İyi de oldu.

Bu sayede özellikle son bir yıl içinde adeta ben de 2012 yılının kıyısından köşesinden bir parçası oldum. (Bu dahil olamamaya bir örnek; mesela birkaç albüm hariç 2012’de yayınlanan hiçbir albümü de dinlemedim, hatta bir fikrim bile yok ne oldu ne bitti diye. Örnekti bu.)

Yapı Kredi Yayınları’nın sitesinde gezerken yeni çıkanlara da şöyle bir baktım. Şöyle bir baktım dediğim gözlerim bulanana kadar baktım. Adını sıkça duyduğum birkaç kitap böylece benim de alınacaklar listeme girmiş oldu. Bunun başını da Adam Ross’un Bay Fıstık adlı romanı çekmekte.

Kitap hakkında sitede yer alanları ve özellikle dikkatimi çeken Stephen King’in yorumunu da buraya eklemek istiyorum:

David ve Alice Pepin’in evliliği alarm veriyor: Obez ve depresif Alice’in hayal kırıklığıyla sonuçlanan diyetleri ve girdiği bunalımlar, yaklaşan felaketin işaretleri. David ise çareyi, gizlice yazdığı ve hayatını ele geçirmeye başlayan romanında arıyor.

Ward ve Hannah Hastroll’ın evliliği tehlikede: Bir sabah Hannah, hayatının geri kalanını yatağında sürdürmeye karar veriyor. Kafası karışan kocasının Hannah’yla iletişim kurma çabaları boşuna. Bu kafa karışıklığı cinayetle sonuçlanabilir.Sam ve Marilyn Sheppard’ın evliliği paramparça olmak üzere: Hamile olan Marilyn, kocasının sadakatsizliğinden usanmış durumda. Sam ise yakında karısının katili olmakla suçlanacağından habersiz.

Bay Fıstık’ta üç evliliğin hikâyesi iç içe geçiyor, evliliklerin karanlık tarafları gözler önüne seriliyor: Birbirinin ölümünü düşleyen eşler, aldatmalar ve kavgalar, bırakıp gitme hayalleri kan, ter ve gözyaşı. Sadece bunlar da değil; bilgisayar oyunları, Hitchcock filmleri, Hawaii manzaraları ve eş öldürme hizmeti veren bir kiralık katil de Adam Ross’un bir labirenti andıran romanında buluşuyor.

Okuyucuysa, hayal ile gerçeğin birbirine karıştığı ve içinde kaybolmanın da en az çıkış yolunu aramak kadar zevkli olduğu bu labirentte, eldeki tek ipucu olan isimleri takip etmek zorunda.

“Kim Korkar Virginia Woolf’tan bu yana evliliğin karanlık yüzüne fırlatılan en hayranlık uyandıran, en dikkat çekici bakış.” – Stephen King

Size de çekici gelmedi mi?

Bir diğer kitap ise Levi Henriksen’den Kar Yağacak. Kitabı gözüme kestirmemin nedeni de elbette yine ilgi çeken, sitede bulabileceğiniz yazıydı:

Dan Kaspersen, hapisten yeni çıkmış, Noel’e birkaç gün kala erkek kardeşi Jakob’un cenazesine katılmak üzere kasabasına dönmüştür. Erkek kardeşinin ölümüne, intihar ettiğine inanamamaktadır. Jakob, bir otomobil kazasında kaybettikleri anne ve babalarından kalan küçük çiftlikte, –iddiaya göre– otomobilin egzoz borusuna bağladığı hortumu içeri alıp kontağı çevirerek intihar etmiştir. Jakob’un ölümünün cinayet mi yoksa intihar mı olduğu sorusu yanıt beklerken, Dan kasabada geçirdiği günlerde bir kez hapse düşmüş olmanın yaftasını yaşamı boyunca taşımakla özdeş sayıldığını anlar.

Norveçli yazar Levi Henriksen’den entelektüel meselelere eğilmek yerine basit gerçekliklere odaklanan, esprili, duygulu bir roman: Kar Yağacak.

Her iki kitaptan da “tadımlık” bölümlerini http://www.ykykultur.com.tr/kitap/edebiyat ‘dan okuyabilirsiniz. İlgilenenlere duyurulur.

Yeni Alınanlar, Okunmaya Başlananlar

Dün okumaya başladım Philip K. Dick'in Çığrından Çıkmış Zaman'ı tam gaz devam ediyor, ancak kitap ile ilgili tüm fikirlerimi tez zamanda yazmayı planladığım yazıya kadar bekletmek taraftarıyım. Benim Philip K. Dick'le ilk tanışmam Karanlığı Taramak'ı izlediğim gün oldu yanlış hatırlamıyorsam, yakın zamanda tekrar izlemek ve kitabı okumak niyetindeyim. Sanırım üniversitenin ilk yılında izlemiştim, üzerinden baya zaman geçmiş demektir bu da. Yaşlanıyorum.

Bir de hazır konusu açılmışken 6:45 Yayınevi'nden çıkan bez kapaklı Philip K. Dick kitabını gördünüz mü; Şizofreni Ve Değişimler Kitabı. Görün bence.

Blog'da son aylarda görebileceğiniz üzere Neil Gaiman'la kafayı bozmaya doğru adım adım ilerliyorum, bunda da sanırım artık okumadığım Agatha Christie kitabının kalmaması (aslında onlarca kez okumadığım Agatha Christie kitabının kalmaması demek daha doğru olur, çünkü yazara karşı anormal bir sevgim ve yazdıklarına karşı derin bir saplantım var) sebep oldu. Sürekli aynı kitapları okuya okuya, sanki ondan başkasının yazdığı bir kitabı okumak ona ihanet gibi geldiğinden (evet, manyağım ben) çok az yeni yazar okuyordum. Nasıl bir zeka benim ki, değil mi. Neyse, şimdilerde keşfettiğim yeni yazarları okumak da büyük zevk veriyor. Özellikle her lafımda söylemeye çalıştığım gibi China Mieville, Neil Gaiman ve Scarlett Thomas başı çekenlerden.

Dün, son olarak Neil Gaiman'ın YokYer'ini aldım. Çalıştığım bir anda resmen kitabı almak için delirerek, kısa bir ara verip Remzi Kitabevi'nde soluğu aldım. Gitmişken hem Terry Pratchett kitaplarına bakıp listeye yeni kitaplar ekledim, hem de Neil Gaiman'a kavuştum.

Bu arada Neil Gaiman'ın kişisel sayfasına henüz bakmamış olanlarınız varsa bir bakın, ilginizi çekecek bir şeyler bulacağınızdan eminim. Geçtiğimiz haftalarda hemen her gün deli gibi sitesinin içinde geziniyordum zira.

Dediğim gibi, takıntılı bir insanım ve kitaplar, yazarlar en büyük takıntım - sanırım.

11 Aralık 2012 Salı

Neil Gaiman & Terry Pratchett "Kıyamet Gösterisi"

Bu kitap hakkında yazmak da okumak kadar eğlenceli olacaktır muhakkak, ancak o kadar kolay olabileceğini sanmıyorum çünkü çok sevdiğim kitaplar hakkında yazmakta zorlanıyorum bazen.

Neil Gaiman ve Terry Pratchett’in yazdığı Kıyamet Gösterisi (Good Omens), organik halüsinozisten muzdarip bünyeler için belki olabilecek en eğlenceli kitaplardan biri; olmayan şeyleri dünyada görmek mi dediniz; ala. Zira gözlerinizin önüne gerçek olduklarına inanmadığınız onlarca şeyi en gerçekçi halleriyle getirebilen bu kitabın sayfaları arasında fiziksel dünyanın sıkıcılığından kurtulmak serbest. İstediğiniz kitaplara düşkün bir meleği, gözlüksüz çıkmayan bir şeytanı, yanarak ilerleyebilen bir arabayı ya da adı Köpek olan köpeğin zihnindeki kötü tohumları istediğiniz gibi gözlerinizin önüne getirebilirsiniz.

Kıyamet Gösterisi’nin konusundan kısaca bahsedelim; notlarında ve satılarında saklı tüm eğlenceyi ve detaylardaki esprileri merak edenler için kitabın içinde saklı tutarak; şeytanın oğlu yeryüzüne gelmiştir; hastanede aynı gün doğan başka bir bebekle yeri değiştirilecektir (bunu da satanist rahibelerin yardımları ile yapacaklar!) ve “işaret” geldiğinde çocuğun tepkisine göre kıyamet kopmaya “başlayacaktır”. Ancak işler biraz ters gitmiştir; şimdi Aziraphale (bir melek ve yarı zamanlı kitap sahafı) ve Crowley (düşmekten çok gezine gezine aşağı inmiş bir melek) tüm olan biteni yola sokmak zorunda kalacaktır. Aşağıdakilerin ve yukarıdakilerin sinirlenmesini her ikisi de istememektedir. Ama bir şeyler yolundan çıkmıştır; kontrolden de çıktığı gibi.

Çünkü kıyamet Cadı Agnes Çatlak’ın Dakik ve Kat’i Kehanetleri adlı tek bir kopyası olan kitabında böyle belirtilmiştir.

Cadı avcıları, melekler, şeytanın dölü - deccal, tanrının sesi, cehennem dükleri, ölüm, savaş, kıtlık, kirlilik, cadı ordusundaki çavuş, Azize Berly Çenebaz Tarikatı’ndan satanist rahibeler, medyum, köy sakinleri derneği başkanı… Bunlar kitaptaki karakterlerden öne çıkanları.

Kitap da, karakterler de birbirinden eğlenceli. Özellikle Crowley; gözlerini saklamak adına sürekli güneş gözlüğü ile gezen, havalı, hız düşkünü bir Queen dinleyicisi. Aziraphale’de ise, kendime de pay çıkararak, gördüğüm kitap düşkünlüğü, ne de olsa bir sahaf ve içinde aslında biraz da olsa barınan, kendisini Crowley’e yakınlaştıran “şey”. Aslında, Crowley ile anlaşabilmelerinin sebebi de aslında her ikisinin de bir yerde “aynı” olması değil miydi zaten…

Sıradan olana, alışılmış olana ters olana yadırgayan bakışlar atıyorsanız bu kitabı okumanızı tavsiye etmem. Hayalin gücüne, var etme yeteneğine ve yarattıklarına inanıyorsanız da bu kitabı atlayıp geçmeyin derim. Oturup huzur içinde, siz özel gösterimle bir kıyamet sahnesinde eğlenmek istiyorsanız ve bu size makul geliyorsa (eğlenmenin yönteminin makul oluşundan bahsediyorum) o zaman doğru kitaba yaklaşıyorsunuz.

Kitaptan bir alıntı;

“İnsanları insan olarak yaratıp, sonra insan gibi davrandıkları için onlara kızmanın neresi bu kadar harika anlamıyorum.”

Bir alıntı daha;

“Örneğin, neden insanları meraklı yapıp, sonra görebilecekleri bir yere yasak meyve koyuyorsun ve yanına İŞTE YASAK MEYVE! diye yanıp sönen kocaman neon bir parmak koyuyorsun?”

“Ben neon hatırlamıyorum”

Kıyamet Gösterisi, Neil Gaiman & Terry Pratchett. İthaki Yayınları, 410 sayfa.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Bu Blogu Okuyanlar; Buradaysanız İki Kere Kapıya Vurmak Yerine Ses Verin

Bir comment atın.

Bir önceki İngilizce kelime karışmış Türkçe cümlemi kınamadan ama, çünkü ben de biliyorum, kötü.

Merak ediyorum, blogu okuyan, aklına gün içinde esip de "acaba yeni yazı var mı?" diye bakan var mı?

Yok mu?

2012 Kitap Hasılatı

2012 biterken herkesin "en"lerinin olduğu listeler varken, eksik kalmak istemezdim. Ve elbette liste obsesyonunu bir de bu yönden besleme fırsatını kaçırmak istemezdim.

2012'de an itibariyle okunan kitapların listesi aşağıdaki gibidir; goodreads'deki hedefim bu yıl 60 kitaptı, sanırım bir kaç kitap kaldı tamamlamaya.

Bu yıl okuduğum en güzel kitap Scarlett Thomas'dan "Bizim Hazin Evrenimiz"di. Hakkında biraz yazmaya çalıştım, onu da blogda bulabilirsiniz.

“Kujo” Stephen King

“Kükreyen Mağara” Dean Koontz

“Hayaletin Garip Huyları” Stephen King

“Şeytanın Dansı” Dean Koontz

“Takip” Dean Koontz

“Kara Büyü” Dean Koontz

“Korku Yuvası” Dean Koontz

“Dersimiz Cinayet” Agahta Christie

“Gecenin Maskesi” Dean Koontz

“Pembe Evdeki Ölü” Agatha Christie

“Soğuk Ateş” Dean Koontz

“Bikini”

“Agahta Christie’nin Kayıp 11 Günü” Jared Cade

“Cesur Yeni Dünya” Aldous Huxley

“Suç Detayda Saklıdır”

“Görünmez Adam” H. G. Wells

“Yeraltından Notlar” Dostoyevski

“Dans Öğretmeninin Dönüşü” Henning Mankell

“Dünyaların Savaşı” H. G. Wells

“Yanlış Yol” Henning Mankell

“Büyük Tasarım” Stephen Hawking

“Yaban Kızlar” Ursula K. LeGuin

“Rüyalar ve Karabasanlar” Stephen King

“Kaybeden Hepsini Alır” Graham Greene

“Akıl Oyunlarının Gölgesinde”

“Yamuk Bakan Öyküler” Derleme

“Bizim Hazin Evrenimiz” Scarlett Thomas

“Esrarlı Yollar” Dean Koontz

“Fanatikler” Dean Koontz

“Dönüşüm” Franz Kafka

“Dedektif Aguste Dupin Öyküleri” Edgar Allan Poe

“Beyaz Geceler” Dostoyevski

“Aşkın Suçları” M. De Sade

“Seçkinlik Ve Sıradanlık Üzerine” Arthur Schopenhauer

“Ve Ayna Kırıldı” Agahta Christie

“Beşinci Kadın” Henning Mankell

“Ejderha Dövmeli Kız” Steig Larsson

“Ateşle Oynayan Kız” Steig Larsson

“Arı Kovanına Çomak Sokan Kız” Steig Larsson

“Şehir Ve Şehir” China Mieville

“Fahrenheit 451” Ray Bradbury

“Çavdar Tarlasında Çocuklar” J. D. Salinger

“Arka Sokaktaki Cinayet” Agahta Christie

“Ara Dünya” Neil Gaiman

“Sinema Müdavimi” Walker Percy

“Gül Ve Porsukağacı” Agahta Christie

“Wilhelm Storitz’in Sırrı” Jules Verne

“Koleksiyoncu” John Fowles

“Kral Fare” China Mieville

"Bir Artist Gibi Araklayın" Austin Kleon

"Ölümcül Hastalık Umutsuzluk" Soren Kierkegaard

"Yaratma Cesareti" Rollo May

"Çığrından Çıkmış Zaman" Philip K. Dick

"Hayalperestler" Patti Smith

"Kıyamet Gösterisi" Neil Gaiman & Terry Pratchett

"Northanger Manastırı" Jane Austen

"Rosshalde" Herman Hesse

7 Aralık 2012 Cuma

Fyodor Dostoyevski "Beyaz Geceler"

Dostoyevski’nin içini kaplamış olan safi umutsuzluk ve karanlık bazı anlarda tıpkı bir manik – depresifin içine düştüğü amansız dalgalanmalar gibi kırılır; o anlarda yoğun coşkuyu ve mutluluğu hissedersiniz.

Beyaz Geceler’de bir hayalperestin, hayatta mutlu olabilecek bir ana dahi sahip olmasıyla içi mutlulukla dolan bir karakterin şehirde dört günü beraber geçirdiği bir genç kızla konuşmaları sırasında aralarında başlayan ve son bulan aşkı anlatıyor. Tıpkı bir sesin belirip kaybolması gibi, karakterimiz de aşkı buluyor ve yitiriyor. Zira her zaman mutlu olmak, imkansızdır. Elde kalan, geçmişe sinmeye başlayan anıları anarak o anları yaşamaktan başka da bir çare yoktur. İşte dört gecenin, dört beyaz gecenin ardından yine yalnızlığına ve karanlığına gömülen karakterin elinde de kalan bu anlardır.

Sevgilisinin şehre dönmesini bekleyen kızın, duygularına karşılık verdiğini düşünmesi ve kızın neredeyse birkaç saatliğine bu duygulara karşılık vermesiyle başlayan süreç ise kızın sevgilisinin dönmesiyle, yeni bir kaybedişe sürüklüyor karakteri.

Dostoyevski’nin duygularının yoğunluğu satırlara yansırken siz de kendinizi bir an için onun yerine koyuyorsunuz; öyle ki içinizi derinlerinde bir mutsuzluk/umutsuzluk yatan sevginin coşkusunda bulabiliyor, hayatınınönceki döneminde eksik kaldığınız mutluluk hissine yaklaşan anlarında siz de onun kadar yeniye ve ihtiyaç duyduğunuza yaklaşmış buluyorsunuz kendinizi.

Yine de, en bana has yorumumla diyebilirim ki Beyaz Geceler’e bir de kadının erkeğe yaptığı kötülüğün boyutu tarafından bakın, kitabın son sayfalarında nedense benim gördüğüm acı tablonun sebebini bir kadının neredeyse şımarıkça, belki aslında kötü bir niyeti olmadan yaptığı acımasızlık.

Tabi bunu karakter böyle görmüyor.

O zaman o Dostoyevski olmazdı zira.

6 Aralık 2012 Perşembe

Scarlett Thomas "Bizim Hazin Evrenimiz"

Scarlett Thomas’ı benim gözümde 2012’de okuduğum en iyi kitabın yazarı yapan ve kendisiyle tanışmamı sağlayan kitabı “Bizim Hazin Evrenimiz”. İlk önce, daha fazla satır kaybetmeden okumamış olanlar için belirtmek isterim ki kitap kesinlikle arka kapak yazısından/kitap sitelerinde gördüğünüz açıklama yazısından oldukça farklı ve daha fazla.

Bir türlü ilerlemeyi sağlayamadığı bir kitap yazmakta, daha doğrusu o kitabı bir gün tamamlamayı uman Meg, hayatını haftalık olarak kitap eleştirileri yazarak kazanmaktadır. Köpeği ve erkek arkadaşından oluşan ev hayatına, sosyal çevresini oluşturan birkaç sanatçı ve yakın arkadaşından başka, yaşadığı yöreden pek de kimse yoktur. Kitapta sizi bekleyen aslında bir avuç insanın yaşamından kesitler içinde Meg’in hayatının kitabı oluşturan süreci.

Omega noktası.

İncelemekte olduğu kişisel gelişim kitaplarından pek uzak bir hayata bakışa sahip olan Meg’in okuduğu kitaplara olan yorumlarını okuduğunuz satırlar, evrenin bir parçasının yansıtıldığı örgü parçası, neredeyse erkek arkadaşından daha zeki ve kendi kendini idare edebilen köpeği, karmaşık ilişkileri içinde çıkmazlara giren arkadaşları, erkek arkadaşının obsesif kompulsifliğin doruklarında erkek kardeşi, yakınlık duyduğu ve imkansız/karşılıksız görünen/bir yere varamayacak duygular beslediği kendisinden yaşça çok büyük bir adam. Anlatılamayan bir hikaye, yazılamayan bir kitap, içinde kocaman boşluklar olan bir hayat, okurken bile insanın içini sıkacak denli mükemmel bir anlatımla karşımıza çıkan erkek arkadaş. Bazen siz de Meg kadar yorgun hissediyorsunuz, bazen evdeki rutubetten siz de öksürüyorsunuz; bazen onun kadar bıkkın, bazen de onun kadar yeni bir şeylere başlamaya cesur hissediyorsunuz. Kitabın ilerleyen kısımlarında kendisine sonunda yeni bir alan, önce bir çalışma alanıyken sonradan yeni evine dönüşecek bir alan bulduğunda siz de onun kadar derin bir nefes alıyorsunuz, denizi gören o küçük kulübeden siz de manzaraya bakıyorsunuz.

İçiniz, Meg’in çay demleyip mandalina yerkenki doğallığını gerçekten hissederken, sorgulamakta olduğu yaşamı size de kendi hayatınızda sorular sormanıza sebep olabilecek kadar gerçekçi bir sadelikte. İçinde olduğu ruh hali o kadar sade anlatılıyor ki, aslında okumak için satırlara kendinizi gömmenizin gerekliliği de buradan geliyor.

Kitabı güzel anlatamam çünkü herhangi bir kitap değil, kitap hakkında bilgi sahibi olmak için yapabileceğiniz tek şey aslında bu yazıyı kapatıp gidip kitabı almak. Ne benim kelimelerim yeter anlatmaya, ne de kitaba dair fikirlerimi anlatacak kelimeler biliyorum aslında.

Scarlett Thomas 2012’de okuduğum en iyi kitabın yazarı, bu zamana kadar fark etmemiş olmam da benim suçum sanırım. Plato’dan yayınlanan “Mr. Why’ın Sonu” adlı romanı da Türkçe’ye çevrilen (daha önce çevrilen) bir diğer romanı. Sanırım bu yıl içinde yeni bir kitap daha çevrilecek. Bu bilgiyle sonlandıralım.

Scarlett Thomas, Bizim Hazin Evrenimiz. April Yayıncılık, 2012.

Stieg Larsson "Millenium I - II - III"

Hakkında yazmadan olmazdı, okuduğum en güzel seri olduğu için Stieg Larsson’ın Millenium serisi de bu blogda yer almalıydı.

Norveç ve İsveç’den çıkan polisiye yazarlara olan ilgim Jo Nesbo ve Henning Mankell’den öteye gitmediği, fazla yazarla bağnaz bir okuyucu olduğum için karşılaşma şansım düşük olduğu için Stieg Larsson’la tanışmam da aslında biraz zaman aldı. Kaybettiğim zamana üzüldüm mü, evet. Ama hiç biri bu enfes yazarın artık hayatta olmaması kadar üzemezdi beni. Millenium üçlemesi içinde cevap bekleyen sorular ve merakta bırakan noktaların artık aydınlanma şansını ve yeni bir Larsson romanı şansını sonsuza dek yitirmiş haldeyiz.

Kitaplardaki hikayeden ve akışından o kadar da bahsetmek istemiyorum. Yaratılan sihrin başkahramanı, bence bu tip romanlar içinde yaratılabilecek en cezp edici ve en farklı karakter olan Lisbeth Salander ve içinde bulunduğu karmaşa kitaplarda öne çıkan ve farklılaştırıcı en büyük nokta. Zira Salander gibi bir karakteri kanlı canlı, satırlar arasından çıkarmak büyük başarı. Karaktere bir anormallik katarak, ki bunu olumsuz manada söylemiyorum, neredeyse bir anti kahraman resmederek romanın lokomotifini oluşturmuş.

İsveç’e sığınan bir Rus ajanıyla başlayan sürecin sonunda, İsveç haber alma teşkilatı SAPO’nun, farklı yer ve zamanlarda işlenen aslında onlarca cinayetin kilit noktasında Salander’ı görürüz; anoreksik görünümü altında iştahı yerinde, feminist, asperger sendromlu, fotografik bir hafızaya sahip, yirmili yaşlarında başarılı bir hacker. Üstelik yeri geldiğinde dişi bir Robin Hood’a varan haraketleri mevcut.

Kitaplardan ziyade başkahramana değinerek başlamamın sebebi ise gerçekten bu karakteri okurken sevmem; tıpkı en sevdiğim yazar olan Agahta Christie’nin romanlarında olduğu gibi bu karakter de kinci, intikam hırsı onu ayakta tutan yegane şey. Bu da Christie romanlarında karakterlerin genellikle sahip olduğu ve kendilerini güdüleyen güçlü özelliklerden biridir, bu yüzden değindim. Devam edersek; Lisbeth Salander intikam almak için hayattan kopamayacak kadar inatçı ve kinci bir karakter. Okurken sıklıkla kendisinin ilginç intikam yöntemleriyle de karşılaşmak mümkün. İçten içe tamamen haklı olduğunu bilmeniz ise tüm intikam sahnelerinde aslında bir nebze olsun üzülmemenizi sağlıyor.

Serinin Millenium adını almasına gelirsek; ilk kitapta bir araştırma için hacker olarak tutulan Salander ve Millenium dergisinde çalışan Michael Blomkvist’in yolları kesişir ve takiben üç kitapta da Millenium ve Blomkvist, Lisbeth’in yanında yer alır, İsveç’in sırları kamuoyunu bir bir sunulurken bu ikili ortaklık devam eder.

Kitapların film uyarlamaları da mevcut bildiğiniz gibi; İsveç yapımı filmler her ne kadar daha “orijinal” dursa da aslında oyuncu seçimiyle daha yükseğe çıkan kesinlikle David Fincher’in Girl With The Dragon Tattoo’su. İsveç yapımı filmlerde her üç kitabın da sinema uyarlamasını görmek mümkünken, Fincher’in yalnızca ilk kitaptan yaptığı uyarlamayı daha çok beğenmemenin sebebi ise dediğim gibi oyuncu seçimi. Blomkvist ve Salander karakterleri Fincher’in filminde tek kelimeyle kusursuz biçimde vücut bulmuş.

Özetle, bu yazı seriden çok Salander’a odaklanmış olsa bile kitap elbette benim yazmaya çalıştığımdan ve filmlerden çok çok daha fazlası. Mükemmel bir detaycılıkla, onlara karakterin kafa karıştırmadan okura sunulması ve yaratılan mükemmel kurgu kesinlikle es geçilmemeli, hala okumayan varsa da koşarak kitapları edinmeli. Polisye – macera türünde herhalde uzun bir süre daha iyisinin olmayacağı bir seri Millenium.

2 Aralık 2012 Pazar

M. de Sade "Aşkın Suçları"

Türk filmlerinde sıklıkla “yok artık” diye baktığımız sahneler olur ya, bitmek bilmez çileler çeken aşıklar, başlarına gelmedik kalmayan aileler... “Hep de bunları mı bulur ya” diye sinir olduğumuz olaylar.

İşte “Aşkın Suçları” sizi delirtecek kadar bahtsızlıkla örülü hikayelerin bir araya toplandığı bir kitap. M. De Sade’a aşina olmayan kulağın olmadığını farz edersek, ki kendisine dair en azından ufak bilgi kırıntılarının bile ne kadar uçlarda bir zihin olduğunu ortaya koyduğu gerçeğini de bir yana koyarsak, işte tam da beklediğiniz kadar insanı rahatsız edecek hikayeler bir arada; insan yeri geliyor varlığından bile beklemeyeceği kadar ağır şeyleri okuyor. Zira imkansız olamayacak bir dram yoktur, dercesine.

Okuyan daha ne kadar rahatsız edilebilir; olan biten daha ne kadar okuyucu için hazmetmesi zor bir hale gelebilir. Mümkün olan en uç noktadaki satırlar okuyucuya “yok artık” dedirterek sayfalar boyunca ilerliyor. Hikayelerin içinde insanın “erdem” kavramını algısı ve “erdemli olmaya çabalaması” lakin sonunda “her şeye rağmen” için düştüğü bedbahtlığı görmekten bir an bile kaçamıyorsunuz. Sade adeta dalga geçiyor; erdemli olduğu iddiasındaki insanı bir anda yerin dibine atıveriyor.

Oğlundan hamile kalan bir kadın ya da babasıyla evlenen ve bunların farkında olmayan bir kadın düşünün; bunu hayal etmek bile ne denli rahatsız edici olursa olsun Aşkın Suçları’nda bu durumları satır satır okumak mümkün.

Son olarak; kitabın sonunda, hikayeler haricinde yer alan kısım ise Sade’ın hayatı daha fazla detayı, düşünce biçimini bir nebze olsun daha iyi anlayabileceğiniz bir ek sunuluyor.

Aşkın Suçları, M. De Sade. Say Yayınları, 214 sayfa.