31 Temmuz 2016 Pazar

Arnaldur Indridason "Arctic Chill" (Kutup Soğuğu)

Tatilin yarısından fazlasının bitmiş olduğu gerçeğini idrak edip, hala gözümün içine bakan kitap yığının aslında yarısını bile okuyamadığımı fark edince ders çalışmaya ara verip kurgu okumaya döndüm birkaç günlüğünü. Zaten daha kötü olamaz çünkü hiçbir şey yetişmiyor hiçbir şey bitmiyor; bu gerçeği soğuk diyar polisiyelerinden birini okuyarak pekiştirdim.

Daha önce hiç okumadığım bir yazar Arnaldur Indridason. Elimdeki e-kitaplara bakarken gördüm, daha önce de Goodreads'te İskandinav polisiyeleri üzerine yapılmış bir listede görüp edinmişim. Pek de seçici olmayarak, sadece "İskandinav polisiyesi okuyarak" ders gerçekliğinden kaçmak için seçtim. Böylece dedektif Erlendur ile de tanışmış oldum. (Neden İskandinav polisiyesi diye soracak olursanız onu ayrı bir yazıda yazarım. Ki kimse sormaz. Ama ben yine de yazacağım aslında bu sahte soru kendime bir hatırlatma.)

Tayland'dan İzlanda'ya göçen bir kadının oğlu olan Elias, evlerinin yakında bıçaklanarak öldürülmüş halde bulunur. Erlendur önderliğinde polis, cinayeti çözmeye çalışırken haliyle göçmenler gerçeği de karşılarına çıkar. Yeni bir hayat için, bir umut buz diyarına göçüp gelmeyi bile göze almış insanların İzlandalılar ile aralarındaki ilişki, önyargılar, asimilasyon ya da asimile olmaya karşı direnç, oluşturdukları içe kapalı gruplar ve yerli halkın saklı ya da açık olarak kendilerine yansıttıkları.... Elias'ın ölümü, bir "göçmen nefreti", ırkçı bir saldırı mı, sorularını cevaplamaya çalışan ekip, araştırmaları sırasındaki farklı karakterlerin farklı hikayeleriyle, devam eden kendi hikayeleriyle de ilgilenmek zorundadır.

İskandinav polisiyesi saplantım, Mankell'in birinci, Nesbo'nun ikinci sırada olduğu ve aslında iki kişiden oluşan bir saplantı listesi halinde. İkisinin yerine geçebilecek ya da ikisinin eserlerinin yanına biraz olsun yaklaşabilecek bir polisiye daha okumadım o diyardan. Ha, Stieg Larsson derseniz, onun saydığım iki isimden farklı bir tarzda gördüğümden listeye almadım.

Arctic Chill, Erlendur serisinin yedinci kitabı. Fakat, Jo Nesbo'nun çevirilerinde olduğu gibi, sanırım bu seride de kitaplar sıralamay uygun çevrilmemiş. Yanlışım varsa düzeltebilirsiniz.

Indridason'ı bir daha okur muyum? Evet. Ancak beklentim sadece bir polisiye okumak olur. Mankell'i ya da Nesbo'yu okurken, en azından kendi adıma, asla sadece polisiye okuyor gibi hissetmiyorum. Sürekli bu iki isimle okuduğum her yeni Kuzey Avrupalı yazarı kıyaslıyor olmam da ayrıca bir sorun olabilir bu arada, neyse.

Arctic Chill, Doğan Kitap'tan 2015 yılında "Kutup Soğuğu" adıyla Türkçe olarak da yayınlanmış. Yazıya başlamadan bakmak aklıma geldi. Yazarın bir kitabı daha (Sular Çekildiğinde) aynı yayınevinden çıkmış. İlgilenen olursa diye bunu da ekleyim dedim. Artık yazıya geçebilirim.

24 Temmuz 2016 Pazar

Öylesine

Image link: http://data.whicdn.com/images/245942085/large.jpg
Blog'u terk edilmiş halinden uzaklaştırma zorunluluğunu hissetmem yüzünden, yine vicdan azabım geçsin diye "bari bi şeyler yazayım" dedim. Böyle baştan savar gibi "bari bi şeylere yazayım" dediğime bozulmadıysanız okumaya devam edebilirsiniz.

Elimden geldiğince kitaplardan bahsettiğim alanda siyaset yapmamaya çalışıyorum şu günlerde. O yüzden blog'un tivitır hesabında ya da bu profilde apolitik bi duruş görürseniz, ki tivitırda pek apolitik halde değilim bi nebze de olsa, bilin ki bilinçli yapıyorum. Apolitik yazarken bile bi gerildim sinir bastı apolitiklik nedir ya gel de çıldırma.

Çıldırmayım.

Neyden bahsedeceğime karar verene dek yazdığım laf kalabalığını bi kenara bırakayım, masanın üzerindeki kitap yığınından şu son bir iki gündür okumakta olduklarımdan bahsedeyim.
  • Scarlett Thomas "PopCo": Scarlett Thomas'a torpil yaparak onu ilk sıraya alayım. Tatil için buraya gelirken başlamıştım bu kitaba, hatta yaz gelsin de fırsat bulup okuyayım diye uzun zamandır da okumayı ertelemiştim. Ancak buraya gelince de okul için, müstakbel tez için okumalara kendimi kaptırınca kitap sürünür bir halde kaldı. Sonunda ortalarına doğru gelebildim, konusundan bahsetmeyeyim bitince nasılsa yazısını eklerim. Kısaca; bence sürükleyici hikaye; yine, mesela The End Of Mr. Why'da yaptığı gibi pek ilgimi çekmeyen bir konu hakkında dersler aramaya itti beni sayın Thomas. Neyse. Scarlett Thomas'ın artık arkadaşım olması gerek, ben bunu anlıyorum. 
  • Ellen Meiksins Wood" Kapitalizmin Arkaik Kültürü": Buna henüz dün gece başladım; üçüncü bölümüne gelebildim şu ana kadar. Birkaç güne biter, uzun uzun yani aslında kısaca yazısını blog'a eklerim.
  • Rosemary Crompton & Jon Gubbay "Economy And Class Structure": Muhteşem bir yaz tatili geçiriyorum cidden. Şaka bi yana, konuya ilgisi olanlara tavsiye edebileceğim bir kitap. Bunu da henüz bitirmedim çünkü iki kere başlayıp araya başka kitaplar girince bıraktım; sonra her ikisinde de yeniden başladım. İlerleme anlayışımda bi sorun olabilir. Neyse.
  • Karl Marx "Grundrisse": Ahaha ya şu an çok saçma oldu kitap blog'unda Grundrisse mevzusu var ve yaz mevsiminin ortasındayız. Kurgu yorumları olması gerekmez miydi? Tam şu an saçma geldi. Elbette bu kitap hakkında blog'a bi şey yazamayacağım sadece ne okuyor olduğumdan bahsedeceğim için anmadan geçemedim. Ha ama kısaca, Kapital 1. Cilt'ten önce okumakta fayda var bence.
Tam şu anda da şu albüm çalıyor: Dorena - Nuet

Tamam, bir yazı daha eklemiş oldum. Vicdanım rahat.

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Peter L. Berger - Thomas Luckmann "Modernite, Çoğulculuk ve Anlam Krizi"

Bu blog'un ömrü bitmiş gibi görünmesin diye ne yazacağıma dair bir fikrim olmadan bu ekranı açtım. O arada da kitaplardan biri gözüme çarptı, aha bunun yazısını yazmamıştım diye. Yazayım dedim. Bu işe yaramaz sürecin anlatısı ile ilk paragrafı bile yazdım gördüğünüz gibi.

Çağdaş sosyoloji kuramlarına şöyle bi bakarsanız Berger ismi, nedense Luckmann'dan daha çok karşınıza çıkacaktır ancak bu blog'un sahibi adil bi insan olduğu için bu yazı boyunca Berger'in adının her geçişinde ardından Luckmann'ı da ekleyecektir. Yalnız, şu anda da Berger'in ardılı haline getirdim Luckmann'ı; özür dilerim.

Berger ve Luckmann bu kitapta modernite ile beraber oluşan anlam kaosu içinde, bireylerin anlam oluşumu ve anlam arayışı sürecinde karşılaştıkları ve içinde mücadele etmek zorunda oldukları "çok"un içinde yaşadıkları krizi anlatıyor. Elbette bunu birey bazına indirgemiş gibi yazmam rağman daha geniş düşünmekte fayda var, toplumun tüm yapı ve kurumları içerisindeki bir anlam krizinin toplum için yaratacağı muhtemel gerilimleri şöyle bir düşünseniz yeter. Haliyle, bu yapı içindeki bireylerin de yapının dahilinde olduğunu düşünürsek, devasa bir anlam krizi içindeki dünyaya önce kendi tepemizden sonra da dünyanın tepesinden bakmış oluruz herhalde.

Hemen tüm ilişki biçimleri dahilinde düşünürsek, iletişimin olduğu her anda karşılaşılabilecek olan bu anlam krizinin, günümüz dünyasının bir yandan bireyi, kendi değerlerini öne çıkarmaya odaklı yapısının, öte yandan, örneğin kültür endüstrisi kapsamında bu değerlerin sözde bireysel değerler olarak bireyce üretilmesinin teşvikinin yanında aslında paket program gibi sunulduğunu düşünürsek, gerilim içinde, ne olmuş ne de olabilecek bir şey bulamayan bireyler üzerinden genellemeyle aynı durumu, aynı gerginliği topluma, toplumlara da atfedebiliriz.

Muhtemelen elinize aldıktan sonra, okuyup bitirmeden bırakmayacağınız kitaplardan birisi.

Heretik Yayınları'ndan daha önce Durkheim Öldü adlı kitap hakkında kısa da olsa bir yazı yazmıştım, blog'da bulabilirsiniz. Bu yaz için yanımda getirdiğim kitaplardan birkaçı daha aynı yayınevinden. Nefes almaya fırsat bulursam, kendi içinde bir kriz yaşayan okunacaklar listemdeki sıralamayı değiştirip "Yeniden Üretim"i de kısa zamanda eklerim belki (Bourdieu'dan).