20 Eylül 2020 Pazar

Arnaldur Indridason "Sesler"

Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turunda daha önce okuyup sevdiğim Arnaldur Indridason'un Dedektif Erlendur serisinin beşinci kitabı var. Heyecanla beklediğiniz, blog'a girip binlerce kez f5'e basmanıza sebep olan kareler ve sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, siz soğuk diyar polisiyesi tutkunlarına daha fazla azap yaşatmadan İzlanda'dan bir eser ile devam ediyor yani.

Dedektif Erlendur ve geçmişinin yükünden daha önce bahsetmiş olabilirim; ancak bahsetmediysem bile zaten serideki her kitapta yazar bizzat bahsediyor bundan. Küçücük bir çocukken kar fırtınasının yuttuğu kardeşinin ve bu kaybın ailesinde yaşattığı acı, keder Erlendur'un hayatının her anına sinmiş biçimde ve bu aslında yazarın her bir kitapta bizlere gösterdiği farklı olayların içinde de kendisine yankı bulan bir durum. Her bir olayda, geçmişten gelen, hiç kapanmamış bu yaranın sızısını duyabilirsiniz. Erlendur'un kendisi kurtulurken kaybolan kardeşinin acısı, ölümden acı bir tablo çiziyor aslında. Zira ortada bir ceset yok, ama öldüğünü biliyorsunuz. Ama o acının dinmesi için belki de o cenazenin bulunması gerek. Bu da Erlendur'u hep dağlar, kardeşinin ve ailesiyle hayatlarının kaybolduğu o yerlere çeken şey. Erlendur her zama arıyor, her zaman suçluluk duygusu içinde ve bir kaybın ne demek olduğunu çok iyi biliyor.

"Sesler"de de bu böyle. Yıllar önce kopmuş aile bağları ve bunun yükü, pişmanlığı, acısı yine karşımızda. Aynı şekilde Erlendur'un kardeşinin kaybıyla içine düştüğü durumun aslında kendisine bir aile kurmasına ve bu aileyi ayakta tutmasına da nasıl engel olduğunu görüyoruz. Kendisine bir çıkış yolu bulamayan bir adamın iki çocuklu bir aileyi var edebilmek için elinden hiçbir şey gelmediğini, bunu neredeyse istemediğini görüyoruz, aslında onun tek istediği kardeşi - gibi. Sesler'de Erlendur ve kızı arasındaki ilişkinin gerilimi ve stresi de bunu anlatacaktır okurken. 

Ne diyordum, Sesler'de de bir ailenin kaybı var. Kalbinden bıçaklanarak öldürülen bir otel görevlisinin katilinin ve aslında geçmişinin peşine düşüyor Erlendur. Noel Baba kıyafeti içinde, farklı ülkelerden gelen turistlerle dolup taşan bir otelde, tam da kendi işinin başına geçmek üzereyken öldürüldüğü fark edilen bir adam. Bir hayatın nasıl başladığının, nasıl ilerlediğinin aslında nasıl sonlanacağı üzerinde çok da etkisi yokmuş gibi duran, belki de tam tersini ispatlayan bir hikaye.

Oldukça üzgün, polisiye tadının bu kasvete rağmen hiç kaçmadığı, okurun ipuçlarını takip ederek katili bulmasına imkan veren ama tam buldum derken de geri döndürebilen bir roman. Bir dramla polisiyeyi Arnaldur Indridason çok iyi birleştiriyor.

14 Eylül 2020 Pazartesi

Leif G.W. Persson "Akbaba Meclisi"

Blog'a Haziran'ın 23'ünden beri hiçbir yazı eklememişim, şu an fark ettim. Temmuz'da yazmışım gibi geliyordu, yazmamışım. Temmuz ayında daha çok okudum, Ağustos'ta ise yeterliliğin son dönemecine girdim diye hiçbir kurgu okumadım, hatta kurgu dışı da okumadım. Not okumaya devam ettim. Artık okuduklarımdan fırsat buldukça daha sık bahsedebilirim diye düşünüyorum. Hava sıcaklığının zekamı durduran seviyelerdeki seyri sebebiyle ders çalışmak için verimsiz olan bu günlerde kısa da olsa soğuk diyar polisiyelerinden bahsetmeye devam edebilirim - umarım...

Evet yanılmadınız, dünyanın en iyi kitap blog'u Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu her şeye rağmen devam ediyor.

Daha önce bir kitabına başlayıp yoğunluktan bitiremediğim Leig G.W. Persson'un "Akbaba Meclisi" ile devam edelim. Dört kitaplık Evert Backström serisinin ilk kitabı, seriden bir de ikinci kitabı okudum ondan da ayrıca bahsederim. Ancak kalan iki kitabı bilmiyorum, İngilizce çevirileri muhtemelen vardır, bakar okurum. Bu kadar yoğun ilgi gören bu blog için elbette okurum... Yoğun ilgi=kendi kendime yazıyorum.

Evert Backström'den bahsedeyim öncelikle, kanlı canlı gözümün önünde duran, sesini hatta kokusunu alabildiğim karakterler hoşuma gidiyor. Backström yazarın elinden öyle bir canlanıyor ki, Behzat Ç.'yi nasıl ki izlerken burnuma alkol, sigara ve kıraathanede uzun zaman terk edilmiş ceket ve araba içi kokusu gelirdi, Backström'de de alkol ve pis bir koku geliyor. Gıcık, itici, her şeyden nefret eden, işini yapmayı sevmeyen ama işinden alıkonulmayı da sevmeyen, polis teşkilatına, devlete daha ne kadar yediğimin içtiğimin parasını yığabilirim diye düşünen, kaptığını kar gören bu alkol düşkünü dedektif muhteşem bir karakter olmuş. Çünkü canlı. Bir sonraki cümlesini nasıl kuracağını, yine köşeye sıkıştığında nasıl davranacağını, herhangi bir kadın gördüğünde nasıl düşüncelerle yine kendinden iğrendireceğini, herhangi bir erkek gördüğünde ne kadar pisleşeceğini kestirebiliyorsunuz. Bencil ve uyuz Backström serisiyle geç tanışmışım ya. Böyle iğrenç ama bir yandan da kendisini karakter olarak sevdirebilen tipleri kitaplarda "görmek" şansıma bence. İdealize edilmiş bir polis yok, hatta üzerinde bir şekilde okurun gözünü yormadan ve abartıya kaçmadan çirkinleştirilmiş bir polis var. Rüşvet, kanıtlara müdahale, lüks içinde yuvarlanmak için verilebilecek her tavizi verme. Gerçekten iğrenç bir tip.

Ekibiyle uyumsuz, kendi dışındaki herkesle uyumsuz ve insanlara pek bir saygı duymayan Backström bu kitapta ekibiyle birlikte Stockholm'den Vaxjö'ya giderek polis akademisinden mezun olmak üzere olan genç bir kadının cinayetini araştırmaya gidiyor. Konaklama masrafı üstüne çıkarılabilecek her masrafı soruşturma kapsamındaki harcamalara yazdırma derdinde olan Backström'ün yol alamayışını, bazen yol alışını, ekibin ayrı birimler gibi çalışmaya devam ederek soruşturmada ilerlemesini izliyoruz. Benim gibi "polis işini" okurken mutlaka görmek, karakterlerin birden "buluverdiği" şeyler yerine her adımı bizzat okuyabilmek, süreci hangi karakterden görüyor olursa olsun ona dahil olabilmek isteyen okurlar için tatmin edici. 

Cinayetin girişini, gelişmesini ve sonucunu aktarmayacağım. Yazarın "büyük bir İsveçli yazar" olmasına da şaşırmadım. Karakterlerin hayatlarında zorlama detaylarla yan öyküler yaratmadan, her bir karakteri tanımaya, duygularından ve hayatlarından haberdar olmaya ve onlarla aslında yakınlaştırmaya imkan veren bir anlatımı var. Kitaptan kimseyi tanımadan ayrılmayı sevmem, Leif G.W. Persson'da herkesle vedalaşarak ayrılıyorsunuz, kitabı kapatırken içinde bulunduğu duruma üzüldüğüm ya da başardığı bir şeye sevindiğim karakterler oldu. Kokuşuk bencil gıcık Backström'ü bile bir sonraki romana dek özledim.