28 Haziran 2014 Cumartesi

Cem Okyay "Kapı"

ZOR GÜNLER, KABULLENMESİ ZOR GERÇEKLER

Zor günler yaşadık tarihimiz boyunca, yaşıyoruz. Temennimiz her zaman zorlukların aşılması, idealimizdeki yaşama, refaha kavuşmamız.

Geriliyoruz, inanamıyoruz. Sorguladıkça sinirleniyoruz, kafamız ya daha çok karışıyor ya da daha çok berraklaşıyor. Zihnimiz sürekli meşgul, korkularımız, çekincelerimiz var. Gelecekten korkar hale geliyoruz; medyanın sunduğu yapmacık gerçeklik içinde asıl doğruyu arıyoruz. Kimimiz haberleri izlemeye tahammül edemiyoruz; her bir haber kimini sinir krizine sokuyor, kiminin tansiyonunu yükseltiyor. Duvarlara kumandalar fırlatılabiliyor; televizyonu aşağı atacak kadar hala zengin bir ülke değiliz çünkü. Kapitalizmin eşyaya insandan daha çok bağlanılmasını aşılayan düzeni içinde eşyaları harcamamız insanları harcamamızdan daha zor çok şükür(!). 

Son yıllarda ülke gündemimiz hemen her gün gittikçe daha ağır bir hal alıyor. Duyduklarımıza, yaşadıklarımıza inanamayarak günlerimizi geçiriyoruz. Her gün yeni bir konu karşımıza çıkıyor; bu sefer daha kötüsü olamaz, diyoruz. Ertesi gün bin beterini duyuyoruz.
Davalar davaları takip ediyor, günler geçiyor, kararlar veriliyor... 

CEM OKYAY'IN KURGUSUYLA 2023'TE TÜRKİYE

Kapı'da, 2023 Türkiye'sine doğru gidiyoruz yavaştan. 2022'de geçiyor olayların çoğu. Geri dönüşlerle, farklı bölümlerde 2022'ye nasıl gelindiğine dair kesitler yer alıyor. Balta Davası'ndan içeride olan, afla dışarı çıkan ve karşılaştıkları yeni Türkiye'ye ya da daha doğru ifade etmek gerekirse yeni Federal Devlet'e alışmaya çalışan askerlerin hikayelerine tanık oluyoruz. TAMAMI KURGU olan Kapı'da, uydurma delillerle, çelişkili ifadelerle özgürlükleri, en azından fiziksel özgürlükleri kısıtlanan askerlerin dramını, hayatlarında değişen gerçeklikleri okuyoruz. Bir arkadaş grubu içerisinde, farklı bölümlerde her bir karaktere odaklanan kitapta, geçmişin adaletsizliğini gören, gelecekten adil bir yargılama isteyen askerlerin bir olarak giriştiği mücadeleyi ve zorlu yolcuğu okuyoruz.

Hikayenin içinde her bir karakterin kendi dramı var; kendi mutluluğu ve kayıpları, kendi sorunları ve hayalleri var. Cem Okyay yalnızca adalet yolculuğuna değil, karakterleri "kendileri" yapan detaylara da değiniyor; bu da her birini daha yakın hissetmenizi sağlıyor, okuyucu ile arasında kurulan bağı pekiştiriyor.

2022 Türkiye'sini size biraz anlatmak isterim: Sinsice devletin her organını ele geçiren güç, istediğini almıştır. Ülke, bildiğimiz ülkemiz değildir artık. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı toplu taşıma araçlarına biniyor. Sarıklı, cübbeli adamlar İstanbul'un her yerinde. Bu arada, İstanbul artık Başkent. Tekke ve zaviyeler yeniden açılmış. Din temelli, parçalanmış bir Türkiye var karşımızda. (Bu parçalanma aslında ülkemizle sınırlı değil, Ortadoğu'da değişen sınırların olduğu da Kapı'nın kurgusu içinde yer alıyor). Şehrin merkezi noktaları az çok değişmiş; her yeri kaplayan gökdelenler, yalnızlaşan ve mutsuzlaşan insanlar...


TAMAMI KURGU OLAN, Cem Okyay'ın mükemmel anlatımı ile kendisine hayran bırakan Kapı romanını herkese, şiddetle tavsiye ediyorum. Olabilecek en kötü durumunu ve bir yanda da olabilecek en güzel durumu göstermesi açısından sert bir anlatımı olduğu söylenebilir ancak böyle kurguların insanları sorgulamaya, anlamaya ve öğrenmeye daha çok teşvik ettiği fikrindeyim.

14 Haziran 2014 Cumartesi

Ne Okuyorum?


Hava çok sıcak, dışarıda işlerimi halledip hemen eve döndüm.
Döndüğümden beri de çay vs. eşliğinde bu kitabı okumaktayım. Çok güzel başladı; bakalım, kısa zamanda yazısını blog'da okuyabilirsiniz, kitabın devamı ve yarattığı hissiyatı o zaman paylaşırım detaylı.


13 Haziran 2014 Cuma

Ne Okuyorum?


Evet, evimde dantel var.
Ancak konumuz bu değil.
Son elli sayfasındayım bu mükemmel kitabın. Cem Okyay'ın sürükleyici anlatımı, Türkiye'nin 2023'teki kurgu (doğal olarak) halinin acıtan gerçekliğine kendimi kaptırdım gidiyorum.
Pek yakında yazısı blog'da olur. Ama siz yazıyı beklemeyin, bir an önce gidip bu kitaba kavuşun derim.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Nicholas Best "Dünyayı Sarsan Beş Gün"

Uzun zaman önce edindiğim, Nicholas Best'in "Dünyayı Sarsan Beş Gün" adlı kitabı hakkında babamla bir röportaj yaptım. Neden mi? Çünkü İkinci Dünya Savaşı, babam ve benim ortak noktalarımdan biri. Sadece saçlarımı ya da uzun boyumu babamdan almadım; bir de tarihin bu dönemine dair sahip olduğum merak babamdan geçti bana sanırım. Ne zaman İkinci Dünya Savaşı hakkında bir kitap okusam, hoop bir süre sonra o kitabı babam da okur ve beraber konudan konuya atlayarak bu tarihi gerçek üzerine konuşuruz.

Geçelim röportajımıza; iyi okumalar!


Kitabı okumaya seni iten ne oldu?
Tarih ilgimi çekiyor. İkinci Dünya Savaşı'ndaki vahşet hep aklımı kurcalamıştır. Savaş sırasında halklara yapılan işkenceler - çocuklara yapılanlar beni çok rahatsız ediyor.  Kitabı merak ettim çünkü film seçimlerim de bu yöndedir; İkinci Dünya Savaşı üzerine yapılan filmleri takip ediyorum, izliyorum. Özetle, İkinci Dünya Savaşı genel olarak ilgimi çekiyor.

Kitabın anlatımı nasıldı?
Akıcı bir anlatımı vardı. Bugünün dünyasında yaşanabilecek ve yaşanmakta olan olayları da hatırlatması bakımından önemliydi. Irak, Suriye ve Bosna'da yaşanan vahşet sık sık aklıma geldi. İkinci Dünya Savaşı'nda yapılan soykırıma uğrayanların, katledilenlerin başta Bosna olmak üzere Afganistan, Irak'ta yaşanan soykırımı sessiz kalmalarını anımsattı bana.

Yazarın Mussolini ve Hitler'i sunuş biçimi nasıldı?
Hitler ve Mussolini'nin özel hayatlarına pek detaylı girmiyor. Tarafsız bir anlatımı var. Ders çıkarmaya yönelik bir anlatımla sunuyor okuyucuya. Fakat, geçmişteki örgütlenmeleri ve taraftarlarına detaylı olarak değiniyor. Hitler'in gençlik örgütlenmesinin ne kadar zalim ve güçlü olduğu hakkında dikkat çekici ayrıntılar var. Gençlik ve parti örgütlenmesinin kraldan çok kralcı, Hitler'den daha korkunç ve sapkın düşüncelere sahip oluşlarına değiniyor. Hitler'in faşist ruhunun Almanya'nın iliklerine kadar işlemiş olduğunu gözler önüne seriyor. Bu sapkın ideolojinin son ana kadar sonsuz bir biçimde fanatiklerinin olmasına hala şaşıyorum.

Kitap tarihten hangi ilginç ayrıntıları barındıyor?
Çoğu şey zaten bildiklerimiz. Daha önce okuduğum kitaplarda da yer alan tarihi gerçeklerle burada da karşılaştım. Ancak tarafsız bakışı ve akıcı anlatımı sayesinde kitabın tamamını zevkle okudum. Konuyla ilgilenenler için verimli bir kaynak olduğunu düşünüyorum.

Kitapta seni etkileyen en çok ne oldu?
Kitabı okuyunca, tüm bu olan bitenin saf gerçek oluşuna kadar tekrar tekrar inanamadım. Böyle bir vahşetin yaşanmış olmasına ve bu zihniyete hala hayran olabilen insanların olmasını aklım, mantığım ve dünya görüşüm kabul edemiyor. Bu rezil, vahşi katliama nasıl izin verildi?
Alman faşizminin adım adım yükselmesinde ve gelişmesinde, o zamanın süper güçlerinin bu katliama göz yumarak destek vermelerini, çıkarlarına hizmet etmek amacıyla uzaktan izlemekle yetindiklerini düşünüyorum.

Teşekkürler baba. Son olarak neler eklemek istersin?
Kimse böylesine bir vahşetin gelişeceğini tahmin edemedi ve kontrolden çıkan bu ideolojinin beklenmedik karşısında tüm dünya olarak şaşırdı.

ABD ve batı emperyalizminin, Hitler faşizmini yıkmak için Kızıl dedikleri Sovyet Rusya'yı Avrupa'nın içlerine girmesine, bir nevi Avrupa'yı işgal etmesine nasıl onay verdi, bu hala kafamı kurcalayan bir soru. 

6 Haziran 2014 Cuma

Brandon Sanderson "Steelheart"

ÇELİKTEN BİR ŞEHİR, ÇELİKTEN BİR YÜREK, BİR İNTİKAMIN İZİNDE

İntikamın ne olduğunu ne zaman öğrendiniz? Kaç yaşınızdaydınız ve içiniz nasıl bir hisle dolmuştu? Ne zaman intikam almaya kendinizi yemin ederken buldunuz ya da ne zaman bir intikam almış olduğunuzu, onun o garip tadını damarlarınıza dek hissettiniz?

Hatırlıyor olabilirsiniz. Size yapılan bir haksızlığın ardından, belki yasal yollarla belki tamamen tasadüf eseri haksızlığın karşılığını bulan karşı tarafa şahit olmuşsunuzdur. Her zaman adalet haklının yanında olmuyor; bu yüzden bizler kendi adalet sistemlerimizi, küçük ve zararsız çapta kalmaları koşuluyla oluşturuyoruz. Toplumsal normları ya da adalet sistemini sarsmayacak küçük yeminlerle ya da hayallerle bir gün bize yapılan her ne ise, onun intikamının alınacağını görmek istediğimizi kendimize sürekli fısıldıyoruz.

Çünkü insanız. Kolay çözülebilir varlıklarız. Her ne kadar anlaşılmaz şeylere imza atmak, gereksiz konuşmalar ya da vicdansız eylemlerle insanlığın adını lekelemek gibi davranışlarımızın saçma olduğu anlarımız mevcut olsa da, kolay çözülebilen, kolay sevebilen ve kolay nefret edebilen, aslında tam anlamıyla normal olan varlıklarız. İntikamı da bu normallik içinde zararsız bir olgu olarak tanımlamanın mümkün olduğunu düşünüyorum.

İntikam konusu açıldığında aklıma ilk gelen yazarlardan biri Agatha Christie, ilk kitaplardan biri de Noel'de Cinayet adlı unutulmaz eseridir. İntikamın insanı nasıl ayakta tutan ve yıllara, başına gelen onca zorluğa ve aşması gereken tüm engelleri azimle aşmasına vesile olduğunu çocuk aklımla ilk orada idrak etmiştim.

DÜŞMANININ ZAYIFLIĞI, SENİN AVANTAJINDIR
Brandon Sanderson imzalı Steelheart, Dex Yayınları'nca bu yıl içinde yayınlanan ve yayınlanır yayınlanmaz dikkatleri üzerine çeken bir kitap oldu. Okumak için biraz geç kalmış gibi görünsem de, tam yeri tam zamanı diyerek kitabı bir gün okumaya başladım. O kadar akıcı bir dille yazılmış ki ve öylesine sade bir konudan yola çıkıyor ki, aslında baş karakterimizi bize samimi gösteren detayların başında da bu sade konu geliyor: Gözünün önünde katledilen babasının intikamını almak! Üstelik bunu dünya artık bildiğimiz halinden çıkmışken yapmak ve bilinen insanların dışındakilere karşı; Epikler'e karşı yapmak zorunda.

Steelheart'ta bizleri karşılayan dünyada her gün karanlık, her an karanlık. Bu tam kelime anlamıyla da bir karanlığı içeriyor aynı zamanda. Yalnızca sefalet, korku ve katliamın kol gezdiği yer altı tünellerinin içindeki karanlıktan bahsetmiyorum; güneşi bir daha görememekten bahsediyorum. Gökte yaşanan değişimin ardından, o felaket gününden sonra dünyanın "ışıkları kapanmış" ve Epikler'le beraber dünya sonsuz bir karanlığa gömülmüştür.

Epikler ise... Özel güçleri olan ve şehir yönetimlerini ellerinde tutan Epikler kitabın başlarında yenilmez bir hava yaratırken, aslında baş karakter David'in geçmişinde saklı olan bir bilgi başta olmak üzere, ilerleyen sayfalarda Epikler'in aslında öldürülebilmesinin mümkün olduğu gösteriliyor. Her bir Epik'in kendi zayıf noktası var ve bu doğrultuda yok edilmeleri mümkün. Babasının intikamını almak için Asiler grubuna katılmayı çocuk yaşından beri isteyen genç David ise, asla öldürülemez olarak görülen tek Epik'in zayıf noktasını biliyor. İşte bu bilgiyle macera daha da hızlanıyor, zira Asiler'in ve Epikler'in savaşında artık en baştaki iradeyi yok etmenin bir yolu, genç bir çocuğun dudakları arasından çıkmış bulunuyor. Babasının katilinin zayıf noktasını biliyor.


Steelheart, intikam konusunu işlerken kurguladığı dünya içinde aksiyonu bir an olsun azaltmıyor. Asiler ve Epikler arasındaki mücadeleyi bir iktidar savaşından çıkarıp, bir özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi olarak sunuyor. Bunu da bazı karakterlerinde süper kahraman klişelerini kullanarak yapıyor olsa da, ortaya çıkan akıcı, sürükleyici ve bir yandan da yer yer eğlendiren bir okuma oluyor.  

2 Haziran 2014 Pazartesi

Ghost Konserine Geri Sayım!


Evet, biliyorum burası bir kitap blog'u ama; Ghost'u ilk dinlediğim 2012 yılından beri konserlerine gitmeyi istiyordum. Bu yıl sonunda, 22 Haziran'da Hi Voltage'da kendilerini izleme şansım olacak. Bilet çoktan alındı; kafamda şarkılar dönüp durmakta. 


Konserden sonra bir Ghost yazısına daha maruz kalacaksınız, şimdiden söylemesi. 
Konsere gelecek olanlar varsa, görüşmek üzere diyorum!



1 Haziran 2014 Pazar

Ne Okuyorum?


Hava kapalı, yapılacak dolu iş var; yarın sabaha yetişmesi gereken işler var ama okumaktan da vazgeçemiyorum. Bu pazar bana eşlik eden bu güzel kitap.

Siz neler okuyorsunuz?