24 Nisan 2016 Pazar

Hafta Sonu: 24 Nisan 2016


Hava kesin güzeldir ya hafta sonu çünkü.

Günlerimi geçirdiğim masanın başından sevgiler, nasıl bir hafta sonunuz oldu bilmiyorum ama umarım güzel devam ediyordur ya dan en azından güzel biter.

Eşekarası Fabrikası'nı okumak için biraz ara verince bu niteliksiz fotoğrafı çekeyim dedim.

Biraz zaman olsa da başından kalkmadan tek seferde okuyup bitirsem; öyle beğendim şu ana kadar kitabı.

Bitirir bitirmez yazısını eklemek de sözüm olsun =)


16 Nisan 2016 Cumartesi

Goodreads: 2016 Okuma Hedefi, Mart Ayında Okunanlar

Koca Mart ayı boyunca okuduğum kitap sayısı sadece 5 olmuş. 
Yazı ile "beş".
Mart ayından da hoşnut değilim. 
Finallere haftalar kalmışken Nisan ayının da pek farklı geçmeyeceğini düşünürsek, artık Haziran'da bu felaket tabloyu toparlayabilirim belki.


Hafta Sonu: 16 Nisan 2016

Tam bir hafta sonu keyfi cidden.

Blog'u unutmamış olduğumu göstermek için de bunu paylaşıyorum; masamın anlık hali. Kısmen düzenli ama dertli.

İyi hafta sonları size, bana da kolay gelsin, gelebilirse.

9 Nisan 2016 Cumartesi

Stefan Zweig "Olağanüstü Bir Gece"

Vicdan azabından biraz olsun kurtulayım diye, blog'a en azından haftada bir kez kitap yorumu ekleme rutinime geri dönmeye çalışıyorum. Bu yazı da, o rutine geri dönüşü işaret eden küçük bir adım olsun. Geçen hafta da bir Zwieg kitabı hakkında yazmıştım, bu hafta da yine aynı yazar olacak. Böyle rutin içinde rutine girerek vicdan azabından yeni rutinler yaratarak kurtulabilirim gibime geliyor.

Şaka bir yana, Zweig'in geçen hafta yazısını eklediğim, bundan bir önceki yazıda da görebileceğiniz romanı Korku'nun peşine özellikle Olağanüstü Bir Gece'yi okumayı seçtim. Zira burjuvanın (benim rutinimden pek uzak olan) rutinini çok güzel eleştiriyor.

Herhangi bir maddi sıkıntısı olmayan, gelecekte de maddi bir sıkıntısı olmayacağından emin olan, gündelik hayatı burjuva rutininden ibaret olan ve bu kurgu dünya içinde burjuva olmanın yükümlülükleri gibi görülen, aslında pek çaba gerektirmeyen, yüzeysel ve basmakalıp şeylerle dolu bir hayatın içinde yaşayan Baron Friedrich Michael von R.'nin, bir gün içinde yaşadığı uyanışı anlatıyor Olağanüstü Bir Gece. Bir uyanışın ve hayata dönüşün, Korku'da olduğu gibi uzun bir sürece yayılmasından ziyade, resmen bir gecede gerçekleştiğini görüyoruz romanda.

Kibirli, kendini beğenmiş tavırlarla, tam da bir burjuvaya yakışacak şekilde gittiği bir at yarışı sırasında yaşadığı küçük bir olayın, tüm hayatına bakışını değiştirmekte nasıl bir ateşleyici haline geldiğini görüyoruz karakterin. Sıcak, samimi, çıkar içermeyen ilişkilerin pek uzağında geçen hayatının, konforla dolu günlerinin, yaratması gereken ve aslında yarattığı, sahte de olsa "kurgu bir rahatlık" gerçeğinin yavaş yavaş parçalanmaya başlaması da bu at yarışı ile başlıyor.

Kibrin, ukalalığın, kendine güvenin zirvesinde, karşısındaki bir insanı aşağılamak ve üstünlüğünden bireysel bir haz almak için yaptığı küçük bir hareket sonrasında kendisini birden hırsız konumunda buluyor karakter. Ancak, bir yandan da hayatı boyunca ilk kez karşılaştığı yeni bir benlik, yeni bir heyecan, yeni bir sıkıntı ile etrafını sarıyor. Kendini bildi bileli olan her şeyin dönüşünün yarattığı panik hali ve gerginlik içinde, alışageldiği konformist hayattan uzaklaşarak, "kendi statüsünde" olanların adım dahi atmayacağı kenar mahallerden birine gidiyor. Böylece, ilişkilerinin bağlı kaldığı kurgudan koparak, ilk kez kendisini de bir insan olarak görmeye başlıyor. Yaşadığı tüm zamanın, insan oluşundan bağımsız, kendisine biçilen kalıba uygun davranmaktan ibaret oluşunun acı gerçeği ile, rahat ve samimi ilişkilerle etrafında hayatlarını sürdüren yoksulların arasında, kendi varlığından utanan bir ızdırap ile bir gece geçiriyor.

Kendi hayatının boşluklarını, dolu dolu yaşanan hayatları görünce hisseden ve bu vicdan azabıyla dolu uyanış sonunda kendisini bambaşka biri olarak tanımlayan karakterin ağzından itiraflarla dolu, hayatın anlamını anlamsızlık yüzüne vurulunca görebilen bir insanın hikayesi.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Stefan Zweig "Korku"

Sürekli yakındığım blog'a yazı yazacak zaman bulamama sorunu hala devam etmekle birlikte, bu cumartesi sabahında hafta içinde ders çalışmaktan yorulduğum bir gün içinde okuduğum bir kitabın yazısını paylaşayım dedim. Biraz uzun aralar oluyor son zamanlarda, olsun; Stefan Zweig'in Korku'su hakkında kısaca da olsa bir şeyler yazacak şansım varken değerlendireyim.

Kitabın başkarakteri Irene üzerinden ilerliyor hikaye. Evli ve iki çocuk annesi, son derece rahat ve sorumluluktan uzak bir burjuva hayatına sahip olan Irene'in hayatı, gizli ilişkisi üzerinden oluşan bir tehdit ile sallanmaya başlıyor. Ardından, Zweig'in kendi dönemi burjuvası için olduğu kadar, günümüz burjuvası için de pekala geçerli olabilecek çıkarımlarla dolu, Irene'in hayatı üzerinden örneklense de evrensel bir sınıfın hayatının yer yer sert bir eleştirisini yaparak ilerleyen Korku, kurgudan ibaret gibi duran, boş bir hayatın gerçeklikle arasında açılan ilk çatlaktan kendi içine sızanlarla başladığı sallantılı süreci anlatıyor.

Yaşama anlam veren tüm anlamlarının ait oldukları sınıfın beklentileri doğrultusunda şekillendiği ve söz konusu burjuva olduğunda burada öne çıkan bireysel arzuların, umursamaz gözlerin, toplumun geri kalanının reddinin eleştirisini Zweig çok net anlatıyor. 

Irene'in hayatında, ilk kez karşılaştığı şantaj gibi, burjuvanın kurgu dünyası içine yoksulluğun ve "diğer dünyanın" gittikçe sızmasıyla birlikte, Irene'in yüzleşmeye başladığı, fark etmeye başladığı her bir yeni durum, kendi hayatının da eleştirisini yapmasını sağlıyor. Yaşamının içinde bulunduğu durum, karşılaştığı risk, kaybetme ihtimalinin olduğu alışılmış konforlu burjuva hayatı gibi şeyler Irene'in iç sıkıntısıyla beraber okura yansıyor. Bir dönüşüm ve değişim süreci olarak, korku önderliğinde başlayan bu süreç, karakterin zamanla aslında ne kendisini tanıdığını, ne de ailesini tanıdığını fark etmesiyle devam ediyor. Kendisinden beklenilen burjuva sınıfına has rolleri dahilinde bir kadın olarak yaptığı "iyi bir evlilik", "iki çocuk annesi", "iyi bir evde oturması", "burjuvanın diğer üyeleri ile sosyal çevrede giriştiği ilişkilerin biçimi" gibi gerçeklikleri de bu uyanışla beraber sorgulanıyor. Gerçekten tanımadığı bir adam olduğunu ancak şantajın getirdiği korku ve vicdan azabıyla açtığı gözleri ardından fark etmesi, bu durumu en güzel yansıtan örneklerden biri.

Ahlaki ve vicdani sorgulamalar, Irene'in çektiği vicdan azabı ve korku ile çekilmez hale gelen günleri, bu gidişata bir son vermek için aklından geçenler ile beraber uyanışında daha da basamak atladığı anlar, Zweig'in kaleminden okura yansıyor; iç sıkıntısının yalın ve etkileyici bir anlatımı olarak hem de.

Irene'in hayatını önce ve sonra olmak üzere ikiye ayıran bu olay ardından okur da tıpkı karakter gibi değişimin kişisel halini görüyor; arzuların ve tutkuların, amaçların, korkular, beklentilerin yeni bir hal alması gibi.

Korku, burjuvanın konforlu gerçek dünyanın sorunlarından bihaber halde yaşamasının ortalama bir tablosunu çiziyor. Burjuvanın kendi gerçeklikleri içinde, kendi ahlak ve dünya anlayışları içinde nasıl bir sahteliğin içinde olduklarını gösteriyor Zweig. 

"(....) içi soğuk olan her insan gibi, kendisi yanmadan tutku ateşiyle sarılmış olmaktan hoşlanıyordu." (sayfa 12'den alıntıdır)