7 Aralık 2012 Cuma

Fyodor Dostoyevski "Beyaz Geceler"

Dostoyevski’nin içini kaplamış olan safi umutsuzluk ve karanlık bazı anlarda tıpkı bir manik – depresifin içine düştüğü amansız dalgalanmalar gibi kırılır; o anlarda yoğun coşkuyu ve mutluluğu hissedersiniz.

Beyaz Geceler’de bir hayalperestin, hayatta mutlu olabilecek bir ana dahi sahip olmasıyla içi mutlulukla dolan bir karakterin şehirde dört günü beraber geçirdiği bir genç kızla konuşmaları sırasında aralarında başlayan ve son bulan aşkı anlatıyor. Tıpkı bir sesin belirip kaybolması gibi, karakterimiz de aşkı buluyor ve yitiriyor. Zira her zaman mutlu olmak, imkansızdır. Elde kalan, geçmişe sinmeye başlayan anıları anarak o anları yaşamaktan başka da bir çare yoktur. İşte dört gecenin, dört beyaz gecenin ardından yine yalnızlığına ve karanlığına gömülen karakterin elinde de kalan bu anlardır.

Sevgilisinin şehre dönmesini bekleyen kızın, duygularına karşılık verdiğini düşünmesi ve kızın neredeyse birkaç saatliğine bu duygulara karşılık vermesiyle başlayan süreç ise kızın sevgilisinin dönmesiyle, yeni bir kaybedişe sürüklüyor karakteri.

Dostoyevski’nin duygularının yoğunluğu satırlara yansırken siz de kendinizi bir an için onun yerine koyuyorsunuz; öyle ki içinizi derinlerinde bir mutsuzluk/umutsuzluk yatan sevginin coşkusunda bulabiliyor, hayatınınönceki döneminde eksik kaldığınız mutluluk hissine yaklaşan anlarında siz de onun kadar yeniye ve ihtiyaç duyduğunuza yaklaşmış buluyorsunuz kendinizi.

Yine de, en bana has yorumumla diyebilirim ki Beyaz Geceler’e bir de kadının erkeğe yaptığı kötülüğün boyutu tarafından bakın, kitabın son sayfalarında nedense benim gördüğüm acı tablonun sebebini bir kadının neredeyse şımarıkça, belki aslında kötü bir niyeti olmadan yaptığı acımasızlık.

Tabi bunu karakter böyle görmüyor.

O zaman o Dostoyevski olmazdı zira.

Hiç yorum yok: