2 Mart 2017 Perşembe

David Harvey "Asi Şehirler"

David Harvey, Sermayenin Mekanları adlı çalışmasında Marx'ın çalışmalarında sermaye birikiminin özgün coğrafi yapılar yarattığını ortaya koyduğunu belirtmektedir. Harvey, Marx'ın bu konumsal analizlerinin birikim teorisi ve emperyalizm teorisi arasında önemli bir bağ olduğunu söylemektedir. Çünkü sürekli genişleme ve kendisini garantileme ihtiyacı duyan bir üretim ilişkileri içerisinde, gelişen ulaşım ilişkileri ve açıldığı yeni pazarlar ile kapitalizm, kendisine coğrafi olarak birikimi için yeni alanlar da açabilmektedir. Gelişen ulaşım ve iletişim imkanları ile beraber sermayenin birikimi için birçok yeni alanın açılması mümkün hale gelmektedir. Kapitalizm için malın dolaşım süresindeki kısalma da birikim sürecini güçlendirecek bir nokta olduğu için, günümüzün gelişen teknolojisi ile sermayenin birikim süreci yeni coğrafi konumlarda gittikçe daha hızlı ve kolay yayılır hale gelmiştir. Merkez ve çevre arasındaki ilişki yoğunlaşmaya başlamış, büyük kentsel merkezlerde gözlemlenen yığılmalar üretimin yoğunlaştığı noktalarda artmaya başlamıştır.
Harvey'ye göre şehirler bir artı ürünün toplumsal ve coğrafi olarak yoğunlaşmasından doğmuştur. Bu yüzden de kentleşme daima sınıfsal bir olgudur çünkü artı ürünün nasıl kullanılacağının denetimi de daima küçük bir grubun elinde olmuştur. Üretim ilişkilerinden bağımsız biçimde kente yaklaşmadığı için Harvey'in gözünden ilerlendiğinde de kente bakıldığında, kapitalist üretimin zamanla aldığı yol ve dünya nüfusunun kentleşmesi grafiği açısından bir paralellik görülebilmektedir.

Harvey, kentsel dönüşüm konusuna da değinmektedir. Kentsel dönüşüm aracılığıyla sermayenin çıkarlarına hizmet edildiğini belirten Harvey, bu konuda Engels'in Kent Sorunu adlı çalışmasına da değinmektedir. Engels'in bu çalışmada vurgu yaptığı nokta, şehirdeki çarpık yapılaşma sorunun çözülmek yerine adeta burjuvanın göz zevki için bir yerden başka bir yere taşınmasıdır. Varoşların ya da rezil sokakların ortaya çıkmasını yaratan iktisadi düzenin, sorunu düzeltmek yerine sorunu başka bir yerde var olmaya devam etmek üzere şehrin başka bir yerine taşıması üzerine Engels'in sert eleştiriler yönelttiği bölüme Harvey değiniyor. Harvey, yaratıcı yıkım yöntemiyle ilerleyen kentsel dönüşüm süreçlerinden en çok ve ilk etkilenen kesimin her zaman yoksullar olduğuna dikkat çekmektedir.

Bu noktada Engels ile Harvey'in aynı pencereden baktıklarını görmek de mümkün olmaktadır. Her ikisi de sermayenin çıkarları için atılan adımların altında ezilenlerin yoksullar olduğunu ve adımların hiçbirinin aslında kent için ya da kentin yoksulları için yapılmadığının vurgusunu yapmaktadır.

Harvey bu süreci şöyle özetlemektedir; "mülksüzleştirme ve yerinden etme süreci, kapitalist kentsel süreçlerin çekirdeğini oluşturur. Sermayenin kentsel yenilenme aracılığıyla soğurulmasının aksetmesidir bu." Çünkü şehir hakkı, kısıtlı bir alana sıkışmış biçimdedir ve bu alanda söz sahibi olanlar Harvey'ye göre şehri kendi ihtiyaçları ve çıkarları doğrultusunda şekillendirme gücüne sahip olan küçük bir siyasi ve iktisadi elittir (Harvey, 2015:67). Bu da sermayenin yeniden üretimi sırasında kentleşmesi ile ilgilidir. Sermaye, çeşitli şekillerde kentleşme sürecinden geçer. Buradaki varsayım ise, kapitalist sınıf güçlerinin kentleşmeye hakim olma kapasitesinin artması durumudur. Bunun gerçekleştiği durumlarda artık sermayedar sınıf yalnızca devlet aygıtları üzerinde değil, artık nüfus üzerinde de hakimiyet kurabilir haldedir. Böyle bir egemenliği elde etmek ise hiç kolay değildir, diye belirtmektedir Harvey. Tam da bu yüzden şehir ve onu meydana getiren kentsel süreçler bu nedenle toplumsal ve sınıfsal mücadelelerin başlıca sahasını oluşturmaktadır.

Harvey, son zamanlarda kentin egemen sınıfın çıkarlarına daha doğrusu kapitalistlerin çıkarlarına uygun biçimde yeni kentsel süreçlerden geçtiğini vurgulamaktadır. Bu süreçler de kendi toplumsal ilişki biçimlerini geliştirmektedirler. Örneğin, üst gelir sınıfına ait insanlar kendilerine kentin varoşlarından ve karmaşasından uzak biçimde, daha sakin, daha güvenli ve daha "yaşanılabilir" alanlarda yaşam alanları oluşturmakta ve kendilerini buralarda adeta yalıtmaktadırlar. Bir yandan kendilerine denetimli giriş çıkışları olan bu tip yalıtılmış alanlar oluştururken, bir yandan da bu alanlarını bir şekilde "köy"lere benzetecek şekilde reklamlarını da yapmaktadırlar. Harvey bunu züppece bulmaktadır, ben yanlış bir çıkarımda bulunmuyorsam kitaptan. Eğer Harvey'den bunu yanlış anlıyorsam, kendi fikrim olarak bunun yine de züppece olduğunu belirtmek isterim, o ayrı.

Harvey, kamusal ve özel mekan ayrımına da değinmektedir. Kentleşme tarihi boyunca kamusal mekanların ve kamu yararının sağlanmasının, ister devlet ister özel şirketler eliyle olsun kapitalizm için vazgeçilmez olduğunu belirtmektedir. Çünkü şehirlerin sınıfsal çatışmalara ev sahipliği yapmasıyla doğru orantılı olarak kent yönetimlerinin kentlileşmiş işçi sınıfına kamusal mal ve hizmet temin etmesinin mecbur kalmasının arttığını ifade etmektedir Harvey. Bu noktada Harvey, bu hizmetlerden faydalanmanın, ortak bir siyasal hareketlilik gerektirdiğinin de altını çizmektedir.

Örneğin sokaktaki hareketler gibi. Çünkü sokak, tarihte pek çok kez toplumsal hareketler aracılığıyla devrimci hareketlerin ortak alanlarına dönüştürüldüğü gibi, kanlı bastırma harekatlarına da sahne olmuş kamusal bir mekandır. Kamusal mekanın üretiminin, bu mekana ve kamusal hizmetlere erişiminin ne yoldan, kim tarafından ve kimin çıkarları doğrultusunda denetleneceğine dair bir mücadele ise her zaman vardır.
Kentteki ortak alana dair Harvey, ortak alanın bir meta olmasa bile her zaman ticaret için bir zemin sağlayabilecek konumda oluşuna da değinmektedir. Örneğin bir şehrin atmosferi ve cazibesi, şehirde yaşayanlar tarafından ortak olarak üretilen bir şeydir. Fakat turistik ticaret bu ortak alandan kendisine pay çıkararak rant elde edebilmektedir. Çünkü bireylerin ve toplumsal grupların gündelik faaliyetleri ve mücadeleleri şehrin toplumsal hayatını yaratmaktadır. Böylelikle de herkesin içinde yaşayabileceği müşterek bir çerçeve meydana gelmektedir. Bu çerçeve de kültürel açıdan yaratıcı bir yöne sahiptir. Aşırı kullanım ile tahrip edilemeyecek olan bu yön, aşırı istismar edildiğinde ise niteliğini yitirme tehlikesi ile karşılaşabilmektedir. Örneğin; trafik yüzünden kilitlenen caddeleriyle trafik sorununa boğulan cazibe merkezi bir kent, gibi.
Kapitalist kentleşmenin toplumsal, siyasal, yaşamaya elverişli bir müşterek alan olan şehri sürekli tahrip ettiğini vurgulayan Harvey, kentleşmenin kentsel bir ortak alanın hiç durmadan üretilmesi ve özel çıkarların buna hiç durmadan el koyması ve bunu yok etmesi süreci olduğunu belirtmektedir. Bazı durumlarda bir şehrin başarıyla bir markaya dönüştürülmesi için akıllardaki o marka imajına uymayan herkesin ve her şeyin ise adeta ihraç edilmesinin ve kökünün kazınmasının gerekliliğinin de olduğu bir düzenin varlığının da altını çizmektedir.
David Harvey, kentin kapitalizmle mücadele bağlamında nasıl örgütlenmesi gerektiğini konusunda net bir şey söylememekle beraber tüm metinlerinde aslında açıkça ifade etmektedir ki bu, antikapitalist bir örgütlenme biçimi olacaktır. Kitabın son bölümlerinde kentsel örgütlenmenin kapitalist bürokrasi çerçevesine hapsedildiğini vurgulayan Harvey, bunun antikapitalist bir siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmadığını belirtmektedir. Öte yandan, aslında Harvey umutsuz değildir. Kent konusundaki tespitlerinin tamamı örgütlenmenin mekanla olan ilişkisi içerisinde çaresiz kalmadığını göstermektedir. Bir yanda kent içerisindeki rantın gerek emlakçılar gerek bürokrasi gerek siyaset ile sarıldığı hali tasvir ederken, öte yandan mekanın kullanımın kentsel devrim için aslında umutsuz bir tablo çizmediğini yakın dönem kentsel hareketler üzerinden de örnekleyerek anlatmaktadır. İdarenin kapitalist oluşunun karşısında antikapitalist hareket sahasının da yine kent içerisinde mevcut olduğunu ifade etmektedir Harvey. 

Hiç yorum yok: