Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu, 2025'te de pes etmeyerek, en sevdiğim İzlandalı polisiye yazarlarından biri olan Ragnar Jonasson'un geçen yaz İngilizce'ye çevrilen romanı Death at the Sanatorium'la devam ediyor.
Jonasson'un Dark Iceland serisini çok seviyorum, blog'da da her kitabı hakkında yazı var, merak ederseniz üşenmeyip hepsini bulmanız mümkün. Ancak, bu romanında ve bir önceki, Reykjavik'te de cold-case'ler çevresinde benzer kurgular ile yazdığını düşünüyorum. Bu da bence, diğer romanlarına kıyasla onu daha sıradanlaştırıyor. Bu romanı bence Jonasson yazmamış da olabilirdi, diyorum mesela. Reykjavik için de aynısını düşünmüştüm. Onu başbakanla yazmıştı gerçi, ama olsun, Ragnar Jonasson farkı diye tanımlayabileceğim şeyden iki romanı da yoksun buldum mesela. Bu Ragnar Jonasson farkı da, Arnaldur Indridason'da da var olan bir şey; o yüzden, sevdiğim bir yazarın bu özelliğini kaybetmesini istemem.
Hulda serisinin ilk kitabı, Dimma mesela, okuyunca ağlatan bir romandı. Benzersizdi hüznü ve kasveti. Dark Iceland'ın ilk romanlarında da yoğun vardı o kapalı mekan kasvetiyle örtülmüş hüzün.
Death at the Sanatorium'da bu yok; aradığım şeye en yakını ise tek bir karakterin kişisel yaşam öyküsündeki dram. Öte yandan, Hulda'nın bu romanda yeniden karşımı çıkmasına, baş karakter olmadan karşıma çıkmasına ve Dimma'nın son bölümlerinde, ardında bıraktığı hikayenin başka karakterlerin hayatı üzerinden romanda yer almasına sevindim.
Roman, kriminoloji alanında yüksek lisans tezini yazan Helgi'nin, tezi bağlamında metodolojik bir incelemesini yapmaya giriştiği bir polis soruşturmasını yeniden ele almaya başlamasıyla ilgili. Helgi, yalnızca polis prosedürüne dair bir analize girişecekken, geçmişteki soruşturmayı deşmeye başlamasıyla bir yerde uyuyan bir ölüyü de uyandırmış oluyor. Akureyri'de polis olarak göreve başlamasına da sayılı günler kaldığı için, bir yandan tezinin bir yandan da soruşturmada kapsamında karşısında beliren soru işaretlerinin peşine takılıyor. Bir cinayet ve peşinden "katilin intiharı" ile sonlanan, o sırada suçsuz bir çalışanın da kısa süreliğine gözaltına alındığı, 1982'deki bir soruşturmayı incelerken, olayın hayatta kalan tanıklarıyla da yüz yüze görüşmeler yapıyor. Böylece Helgi de, yıllar önce Hulda ve ortağının kapattığı dosyanın kapağını yeni şüphelerle açıyor.
Helgi karakteri, polisiye tutkusuyla bana Ragnar Jonasson'un kendisini hatırlattı. Ayrıca, kız arkadaşı tarafından maruz kaldığı şiddet ve şiddetin dozu, bir erkek açısından ilişkilerdeki mağduriyete bakış eklemiş.
Roman bir yandan geçmişe bir yandan şimdiki zamana dönüyor. Bence çok etkileyici bir roman değil, finalde okuru çok da şaşırtacak bir şey olmasa da, okurken kendisini rahat okutan bir yalınlığı var. Polis prosedürüne yoğun bir açlık, sorgulamanın ve ipucu peşinde gri hücreleri yormanın tadını çok vermese de, yazara ve türe olan sevgimden yine de sevdim diyebileceğim bir romandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder