27 Ocak 2012 Cuma

Agatha Christie "Sevimli Örümcek"

Janie Cox. Papazın dul karısı, kendisine miras kalmış, yoksul bir mahalledeki, yine yoksul bir evde oturmaktadır. Misyoner olarak gittikleri diyardan dönüp, yeniden İngiltere'ye gelmiştir. Papazın dul karısı, iş aramış, ancak bulamamıştır. Durum öyle görünmektedir ki, bulamayacaktır da. Ona da şans verilseydi, ona da ta en başında şans verilseydi... Anılarından başka hatırlayacak ya da yaşayacak güzel bir şeyi olmayan papazın genç ve dul karısı, çocukluk yıllarına, okul yıllarına döner. Hatırladığı bir arkadaşı, bu arkadaşıyla yazışmalarından kalan mektuplar ve mektuplarda saklı kalan yılları anımsar. Gazetede bir haber vardır. Nelere sebep olacaktır. Papazın dul karısı, yoksul semtinden ayrılır ve okul arkadaşını, hatta hayattaki tek arkadaşını ziyaret etmeye karar verir. Janie Cox, Florance Bravo'yu ziyaret etmeye karar verir. Kitabın sonunda, katilin kim olduğunu öğrenmekten başka bir süpriz daha var. Onu da kitap hakkında pek fikri olanlar alırsa eğer diye, söylemiyorum. Agatha Christie yine dahiliğini ispatlıyor, insan ruhunun derinlerinde saklı en çirkin, en çıkarcı duyguları yüzünüze vuruyor. İnsan olmanın doğasının asla masumiyetten ve iyilikten oluşmadığını düşünenlere, yeni fırsatlar veriyor bu fikirlerini güçlendirmek için. Sevimli Örümcek'de sinsiliğin, çıkarcılığın, aç gözlülüğün neler yaptırabileceğini görüyorsunuz. Pişmanlığın, umutsuzluğun azabını da duyuyorsunuz. Boşa geçen hayatların, telafisiz yılların, nasıl can acıtarak kendilerini sürekli anımsatmaya başladığını, "başkalarının" müdahalesiyle boşa harcanmış olduğu iddiasıyla kişinin nasıl kendisini rahatlatmaya (ama sonucu değiştirmeyen bu gerçeğin yalın acısını yine hissederek) çalıştığını görüyorsunuz satırlarda. Telafi edilecek bir hayat için yanlış zaman, yanlış insanlar ve yanlış yöntem. Aslında yanlış düşünmeye başlamanın, çözüm üretme umuduyla çırpınmanın en başında; bir şeyler için artık geç olduğunu fark etmek en büyük kurtuluştur.

Hiç yorum yok: