4 Nisan 2014 Cuma

Hugh Howey "Silo"

DÜNYANIN SONUNDAN BİR KARE
Geçtiğimiz haftalarda post apokaliptik romanların okuyucuyu kendisine çekme sebepleri üzerine biraz fikir yürütmüştük. Dünyanın bildiğimiz anlamda sonunun gelmesi ve alışılmadık bir düzen içinde yaşama adapte olmaya çalışan insanlığın hikayelerinin, ne denli cezbedici şekillerde okuyucuya sunulduğuna değinmiştik.

Dünya yaşanmaz bir yer haline geldiğinde, hayatta kalan son insanların çıkış yolları neler olabilir? Zehirli bir gazın tüm dünyayı sardığı, büyük devletlerin yıkıldığı, alışılan ve güvenilen tüm gerçekliklerin yerle bir olduğu dünyada, hayatta kalmayı başarmak için insanoğlu neler deneyecek, neleri göze alabilecektir?Hayatın devamlılığı için gereken kaynakları temin etmek için nasıl bir çözüm üretecektir? En ilginci de, bilinen ve alışılan dünyanın özlemini, yaşamın merak edilen "geri kalan kısmı" ve "geçmişi" ile ilgi soruların oluşmasını nasıl önleyecektir?
Zira merak, cevap aramayı gerektirir ve saklı şeyleri uzun süre gözden uzakta tutmak merakı öldürmekten ziyade, daha da güçlendirecektir. Ulaşılmaya çalışılan cevaplardan her bir denemesinde ayrı düşen insanoğlunun sonunda yapacağı şey ise oldukça açıktır: Kendisinden saklanan her şeye ulaşabilmek ve içinden gelen merak arzusunu bastırabilmek için isyan edecektir.

İsyanın tarihi üzerine eminim çok şey söylenebilir. Hemen herkesin hayatında bir şeylere isyan ettiği, geçmişi kurcaladığı ve cevap ararken sert kayalara çarptığı dönemler olmuştur. Ancak bunu devlet yönetimi genelinde ele alırsak, manipüle edilen bir tarihin içinde yaşarken, kitaplarda sunulan ezberci tarihi ilk örnek olarak göstermek mümkün olacaktır. İktidarın istediği biçimde sunulan tarihi gerçekler, karşımıza ya susmayı ve merak etmeden yaşamayı ya da kurcalamayı daha fazla sorunun karşılığını aramayı gerektirecektir. Bunu kendi çapında yapan bir insanın saf gerçeğe ulaşmaktaki çabası ve maruz kaldığı şeyler bir yana, genelle birlikte bu araştırmasını ve gerçeği herkese ulaştırmaya çalıştığı anda başına gelenleri, en azından kendi yakın dönem siyasi tarihimizden örnekleyebiliriz diye düşünmekteyim.
Sebep ve sonuç ilişkisi sorgulandıkça bir insanın aydınlanma yaşaması kimsenin işine gelmez. Saklı gerçekleri ortaya çıkarmaya yönelik en ufak bir arzunun yok edilmesi gerekir ve bu çoğu zaman ibret olması için toplum önünde yapılabilir. Bunu yapmak için ille de bir insanı şehir merkezinde asmaya gerek yok; onlarca hapishaneyi suçsuz insanlarla doldurmak da buna bir örnek olarak gösterilebilir.

YERALTINDA BİR DÜNYA

Hugh Howey'nin sürükleyiciliğin sınırlarını zorlayan romanı Silo'da bizleri dünyanın zehirli gazlar etkisinde kalmasının ardından, yer altında oluşturulmuş bir siloda yaşamakta olan bir toplum karşılıyor. Yüzeyden ve geçmişlerinden uzak tutulan bu toplumun, kendi kuralları ve yaşam şekilleri içinde "dışarıyı merak etmek" başlı başına bir tabu ve bunu dile getirmek ise "temizlik" cezası gerektiriyor. Temizlik cezası ise, yalnız yüzeye en yakın kattaki ekrana dışarıdaki görüntüyü yansıtan kameranın, silo dışına çıkarak temizlenmesi. Yani temizlik süresince yetecek oksijen sağlayan bir kıyafet içinde yüzeye çıkmak, kamera yüzeyini temizlemek ve ardından oksijenin bitmesiyle beraber sonun gelmesi. Yani ölmek. Yani dışarıyı merak etmenin sonu ölüm.

Silo içinde yaşayan insanlar, karşımıza kendi dünyalarında yaşamaya uyum sağlamış, tabuları asla didiklemeyen ve geçmişlerine dair kendilerine sunulandan daha fazlasını merak etme güdüleri dahi törpülenmiş insanlar. Katlara göre farklı konumlarda yaşayan ve farklı işlerde çalışan bu toplum içinde elbette zaman zaman yaşanan isyanlar da olmuş. Fakat bu isyanları sorgulamak ya da konusunu açmak dahi bir cesaret gerektiriyor.

Ancak yaşanan hiç bir şey, geçmişi ve "neden" sorusuna cevap arayan silo sakinlerinden bazılarını yatıştırmaya yetmiyor.

Yazarın elindeki mükemmel konuyu işleme şekli hayranlık uyandırıcı. Yıkılan bir gücün ardından, arta kalmış bir avuç insanın kendi geleceklerini kontrol altına almaya çalışmak için uyguladıkları yöntemler takdir edilesi. Günümüz dünyasının siyasetine, devlet yönetiminde söz sahibi olan her değere yaptığı göndermeler, bariz sistem eleştirileri, silonun üreme sistemini kontrol almak için, yer altındaki bir toplumda nüfusu kontrol altına almak için kullandıkları yöntemler, ağaç yetişmediği için kağıdın anormal bir değer taşıması, gelişmiş teknolojileri ve yeraltında bitki yetiştirmek için kullandıkları yöntemler ilgi çekici. Tüm bunların yanında, eğer yeryüzünden olsalardı hayalimdeki topluma iyice yaklaşacakları şekilde sunulan eşitlik ve aşırı tüketimin önlenmesi konusu. Yemeğin, eşyaların, zamanın fazlasına değil, ihtiyaç duyulduğu kadarına sahip olan insanların yaşadığı bir toplum... Tüketim çılgınlığı adlı klişe kalıbı kullanmaktan başka çarem yok, ancak bu tüketim toplumunda en basitinden gün içinde tek bir kişinin çöpe gönderdiği onlarca kağıdı düşünmekten de kaçamadım kitabı okurken.
Eklemek istediğim bir diğer nokta ise, karakterlerde "eli bol" davranan ve her bir karakteri yarattığı amaç uğrunda var etmekten ya da yok etmekten çekinmeyen bir yazar oluşu Howey'nin. Kimi zaman gözleriniz dolarken, kimi zaman hırsınızdan kendinizi sıkabileceğiniz kadar güçlü karakterlerle karşılaşıyorsunuz.

Jules karakteri ise, her ne kadar tek bir karakter üzerinden yorum yapmaktan kaçınsam da değinmek istediğim bir karakter. Güçlü, inançlı ve azimli bir kadın karakter olan Jules'e hikaye boyunca hayranlık duymamak elde değil.

Çevirisindeki akıcılık ve başarı, hikayenin sürükleyiciliği ile Silo, son zamanlarda post apokaliptik bir hikaye arayanlar için en doğru tercihlerden biri olacaktır.


Görüşmek üzere, iyi okumalar.

Hiç yorum yok: