BÜYÜMEK, KAT KAT
GİYİNMEKTİR
Hayatın en zor dönemi ergenlik olabilir mi? Cevaplar aramaya çocuk
yaşında başladığınızı düşünürseniz, elinizde hala hiçbir cevap olmadığını fark
etmeniz ergenlik dönemine rastlamaz mı? Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna
kendinizin karar vermesi gerektiğini, yıpratıcı insan ilişkilerini ve
toplumdaki normları keşfettiğiniz, sertçe onlarla yüzleştiğiniz bu dönem
hayatınız en zor dönemi değil midir?
Keşfettikçe daha çok karanlığa boğulduğunuz, elinizden hiçbir şey
gelmeyen durumların çaresizliği içinde bazen yapıcı bazen de yıkıcı çözümlere
yöneldiğiniz bu dönemden geçerken, ardınızda bıraktığını her şey hayatınız
boyunca sizi gölge gibi takip etmiyor mu sanki? Mutlaka ediyordur. En unutulmaz
hatalarla dolu bu dönemin, aslında kendi cevaplarını aramaya gidenler
tarafından öğrenmenin en yoğun olduğu dönem olarak ele alınması taraftarıyım.
En basitinden ergenlikte dinlediği müziği elli yaşında da dinleyebilen bir
bireyin, kendince en verimli keşiflerinden biri olarak müzik zevki kalıcı ve
sağlam bir yer edinmiştir hayatında. Ya da üniversite sınavına girerken, tüm
hayatını etkileyecek seçimleri, akademik seçimleri yaptığı bu dönemde bu genç
insanlar aslında hayatlarındaki en kalıcı çentikleri atıyor sayılmaz mı?
Her bir yaşla beraber, bireyin üzerine daha fazla kural; daha fazla
keşifle gelen daha fazla acı gerçek, daha yıkıcı sorunlar yapışır. Bunlarla
başa çıkma yöntemlerini de yine kendisi keşfedecektir. Tamamen kör karanlıkta
hislerden başka hiçbir şeyden güç almadan ilerlemeye benzer bu. Kimi cevapları
ailesinde, kimi sokakta, kimi sanatta, kimi psikiyatrda, kimi ise hepsinde ya
da hiçbirinde arar. Sonuç ise aslında hiç değişmez; hayat acıdır ve bununla
yüzleşmenin maalesef şimdi tam zamanıdır.
BERLİN'DE YOLLARI
KESİŞEN BEŞ GENÇ
Iva Prochazkova'nın 2010 Magnesia Litera Ödülü sahibi romanı
Çıplaklar, adında yaptığı "arınmışlık hali" vurgusu ile romanda geçen
her bir karakterin kendine has oluşuna vurgu yapıyor. Büyümenin, katman sahibi
olmanın ve çıplaklıktan, doğallıktan uzaklaşmayla eşdeğer olduğu mesajını veren
Çıplaklar'da, karşımıza her biri kendi amaçları, hayalleri ve yaşamları içinde
çırpınan beş genç çıkıyor. Yaşları on beş ve on yedi arasında değişen her bir
genci, kitaptaki farklı bölümlerde akıp giden hikayeleri/hayatları içinde
izliyoruz.
Parçalanan aileler ve umutsuzluk kitabın ilk sayfalarından itibaren
göze çarpan kavramlardan. Uyum sorunu yaşayan ve kendi doğrularını, bir
başınalığı içinde bulduğu yöntemlerle yaşayan genç bir kızın gözünden toplumun
klasik eğitim ya da başarı anlayışının sorgulanmasını gösteriyor yazar ilk
olarak. Çek Cumhuriyeti ve Almanya arasında gidip gelen ve hiçbir okula uyum
sağlayamayan genç Sylvia'nın her fırsatta doğaya dönmesi, kitabın adındaki
çıplaklığı, katmansızlığı ve doğal oluşu vurgular nitelikte. Fakat eklemek gerekir
ki, kitapta sıkça karşımıza çıkan "mağara adamı" tabiri ile
Sylvia'nın kendince ve psikologu tarafından özdeşleştirilmesi bir soruyu da
beraberinde getiriyor; mağara adamı halimizden uzaklaştığımız ölçüde
tatminsizlik ve bocalama içine mi yuvarlanıyoruz? Modern hayat girdabının
içinde bize dayatılan tüm doğrular, aslında doğamıza ters ve bizi biz olmaktan
çıkaran şeyler mi?
Kitapta bir kır kurdu üzerinden özgürlüğün sorgulanması, karakterlerin
özgürlüğü sorgulaması ise Çıplaklar'a lezzet katan detaylardan biri. Tutsak
olarak uzun bir hayat yaşamak ya da özgür olarak kısa da olsa, kendince bir
hayat yaşamak.
Bir gençlik romanı olarak, On8
Kitap'tan geçtiğimiz aylarda çıkan "Ağaçtaki" kadar etkileyici ve
karanlık kitap. Avrupa'nın kendisine has karanlığının içine sindiğini
düşündüğüm, her bir karakteri ile ayrı bir sorunu ele alan Çıplaklar, sadece
gençler için değil, edebiyattan zevk alan herkes için bir seçenek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder