14 Şubat 2012 Salı

Persona (1966)

Aktris Elizabeth Vogler, konuşmamaktadır. Sahnede, sessizliğine sarılmadan önce kahkahalar atmış ve susmuştur. Elisabeth tiyatroda, sahnedeyken bir gün, aniden sessizliğe bürünmesiyle başlayan süreci, Elisabeth'in hastane odasından sonraki haliyle izlemeye başlarız. Kendisine bakan hemşire ise, aynı zamanda kendisinin bir hayranı olan Alma'dır. Elisabeth ve Alma, doktorun yazlığına gider; tedavi burada devam edecektir, aslında Elisabeth'in artık tedavi görmesi için bir sebep de yoktur zira fiziksel ya da zihinsel herhangi bir sorunu yoktur. Deniz kenarındaki bu yazlıkta, Alma kendisine bir dinleyici bulmuştur ve hastasına içini dökmeye başlar. Elisabeth yalnızca dinler, yargılamayan bakışları ve sevecenliğiyle adeta içini dökmesi için teşvik etmektedir Alma'yı. Alma içindeki saklıları döker. Artık bir yüzleşme başlamıştır. İçini döktükçe, gizli "utançlarını" kelimelere vurmaya başlamıştır. Elisabeth yargılamaz. Sadece dinler.
Kendisini ilk kez dinleyen birini bulan Alma ise sadece anlatır. Zira Elizabeth'in sessizliği hala kırılmamıştır; kendi rolü konuşmak ve Elizabeth'e anlatmaktır. Bir kırılma noktası. Hasta ve hasta bakıcı rolü değişmeye, iyileşme ihtiyacı olan değişmeye ve duyulmaya ihtiyacı olan, sessizliğinde sakladıklarıyla acı çeken aslında konuşabilen ve yalnızlık çekendir. Alma Elizabeth, Elizabeth ise Alma.
Alma, Elizabeth'e olan hayranlığıyla, onun gibi olabilme, kendi gözlerindeki kusursuz Elizabeth'e doğru gidebilme arzusundayken, kendisini dosdoğru tanımlamaya ve aktrise yaklaşmaya çalışırken yalın hayatındaki acılarını/pişmanlıklarını/vicdan azaplarını ona anlatmaya başlamıştır. Ve sonunda Elizabeth'e olan kıskançlığı, "o" olabilmek isteği ve iki kadının zihinleri birbirine geçmeye başlar. Geçmiş. Ve geçmişten asla kaçamama. Susarak ya da konuşarak. Ingmar Bergman'ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği, kült filmler arasında sayılan Persona, insan benliğinin bastırılmış kısımlarının, nasıl dışarı "patladığını" anlatan bir film.

Hiç yorum yok: