26 Mayıs 2014 Pazartesi

Sally Green "Bela"

CADILAR ARAMIZDA

Dünyanın olağan hali içinde karşımıza çıkmayacak nice şey romanlarda karşımıza çıkıyor. Hansel ve Gretel'in hikayesindeki pasta evden tutun da Parmak Çocuğa kadar küçüklükten itibaren kulağımıza gelen onca masalla büyüyoruz; her biri günlük hayatın içinde asla karşımıza çıkmayacak olsa bile, bize öğretiliyor. O masalları ezberliyoruz. Binlerce kez annemize ya da babamıza anlattırıyoruz. Biliyoruz ki, karşı komşumuz asla bir cadı olmayacak ya da apartman penceresinden baktığımızda kanatları olan bir at görmeyeceğiz.

Yine de çocukken televizyondaki gerçek dünyanın gerçek haberlerine o kadar da ilgi göstermezdik. Bizim için annemizin o anda kafasından uydurduğu bir masaldaki konuşan ördek ya da kötü kalpli cadı daha ilgi çekiciydi. Hayal gücünün tamamen çalıştığı, görselleştirmenin televizyon gibi bir kalıptan sunulmadığı, duyulanın görselleştirmesini tamamen küçük bir çocuğun yaptığı bu hikayelerin tadı eminim herkes için hala aynıdır. Biz, çocukken garip, anormal ve sıradışı olan şeylere hayrandık. Kulaklarımız bu hikayelere açtı ve bize o zaman bolca sunulan bir "başka dünyalar, başka gerçeklikler" vardı.

Tüm bu olağandışı anlatılar içinde büyümeyi ortak bir değer olarak görebiliriz. Hepimiz çocukken "öcü" ya da "cadı" kavramlarını duymuşuzdur. En azından kırmızı elmadaki zehri yiyen prenses için ağlamışlığımız vardır. Bunların oluşturduğu ortak çocukluk geçmişimize, bariz fantastik kurgularla örülü çocukluk dünyamıza rağmen zamanla bu dünyayı reddetmeye, gerçek olmadığını fark ettikçe ondan uzaklaşmaya başladık sanırım. Sekiz yaşındayken aynı masalla büyülenen iki arkadaştan biri şimdi bilim kurgu ya da fantastik okurken, diğeri bu iki türü dışlamış ve yok sayıyor olabilir.  Küçük bir örnek oldu, belki fazlasıyla basit göründü ancak anlatmak istediğim şey tam olarak bu. Artık gerçeğin kendisinden başka bir dünyanın mümkün olduğu imasını bile duymaya katlanamayan, edebiyatta bu türü yok sayan ya da uzak duran bir kitle var. Öte yanda ise gayet istekli biçimde bu tür eserlere yönelen bir grup da mevcut. Bir gruplaşma - dışlama var gibi. 

Net olan bir şey var oysa;  hepimiz cadıların olduğu masallara aşinayız. Cadıdan kaçan prensesin tarafındayız. Hala.

İşte bu yüzden Sally Green'in Bela (Half Bad) adlı kitabı bizleri içine çekebilecek bir hikayeye sahip.

AK VE KARA BİR BEDENDE BULUŞUNCA

Nathan, Ak Cadı bir anne ve kötülüğüyle nam salmış Kara Cadı bir babanın çocuğu.  Ak Cadılar içinde büyümekte ve zamanı geldiğinde on yedi yaşıan girdiğinde "üç armağanını" almak ve bir cadı olmak için gün saymakta. Ancak azılı bir katil olan babasının çocuğu olmak öyle kolay değil; hem istenen hem istenmeyen bir karakter olarak arada kalacağı durumlarla yüzleşmek zorunda. Bir kafese kapatılmak gibi. Oradan çıkmanın bir yolunu aramak gibi.

Hikaye, günümüzde geçiyor. "Fersiz" olarak tanımlanan "normal" insanların arasında yaşayan cadıların, meclislerinin ve kendi düzenlerinin - kanunlarının işlendiği romanda, Sally Green'in ya da Nathan'ın dünyasında heyecan ve hareket asla eksik olmuyor. Bir ergen olarak karşımıza çıkan baş karakter Nathan'ın hayatı ve dünyayı tanımasının yanında kendisini bulmaya doğru yol alması hikayenin ana eksenini oluşturuyor. Hiç görmediği babasının uğrunda katlandığı zorluklar ve babasının varlığının sırtına yüklediği ve yükleyeceği yükümlülükler, aynı zamanda hikayenin merak uyandıran noktalarından.

Cadıların olduğu bir dünyayı böylesine normalmiş gibi göstermeyi başaran yazarı takdir etmek gerekir. Çevirmenin emeğini de özellikle belirtmek istiyorum; öyle ki hikayede anlatılan olayların hızından geri kalmayan bir akış cümleler içinde saklı. Bu da bir yandan kitabı kolay okunabilir kılarken, diğer yandan da okuyucuyu kendisine bağlayacak denli samimi olan anlatımını daha da güzelleştiriyor. 

Hiç yorum yok: