14 Mayıs 2022 Cumartesi

Ragnar Jonasson "The Girl Who Died"

Sanırım Kareler ve Sayfalar soğuk diyar polisiyesi (özel) turu olarak ilklere imza atmaya devam ediyorum ve yine Türkiye'de ilk kez bir eseri yorumluyorum. Ve bunu kimse umursamıyor. Yıllardır. Ben hariç.

The Girl Who Died, Ragnar Jonasson'un bir önceki blog yazısında değindiğim gibi Dark Iceland ve Hidden Iceland serilerinden oldukça farklı olan bağımsız bir roman. neredeyse bir avuç insanın yaşadığı, İzlanda'nın kuş uçmaz kervan geçmez bir köyüne kalkıp Reykjavik'ten giden Una'nın kendisini içinde bulduğu beklenmedik durumun etrafında geçiyor. On kişi de olsa insanın olduğu yerde eksik olmayan insana özgü hallerin yoğunlaştırılmış, birleştirilmiş biçimde bir hikayede geçmesini okuyoruz. 

Skalar adındaki köyde iki çocuk için yalnızca kış boyunca öğretmen arayan bir ilanı görüp, pek de hoşnut olmadığı hayatında ani bir karar alarak işe başvuran Una, ilana başvuran ilk ve son insan olarak işe kabul ediliyor. Köyde okul olmadığı ve iki küçük kız çocuğunun eğitimi Una'ya devrediliyor; dersler bir onun evinde bir diğerinin evinde işleniyor ve kalan tüm zaman, neredeyse hiçliğin ortasında Una'ya ait. Jonasson'un romanlarındaki klostrofobik durum bu romanda da var; doğanın ortasında üzerinizde bir çatı, etrafınızda bir duvar dahi yokken sıkışmışlık hissini The Girl Who Died'da da yaşıyorsunuz. Sessizliğin, sadece doğanın içinde olmanın aslında doğanın azameti karşısında ne kadar çaresiz kalındığına  dönüştüğü İzlanda'da geçen bazı romanlarda çok yoğun hissediliyor. Onlardan birisi de bu. 

Romanın adının geldiği yer de romandaki "hayalet"le ilgili. Öcüler, hortlaklar ve hayaletler içinde geçen bir roman değil. Skalar'ın geçmişindeki bir bilinmezi Una'nın keşfetmeye çalışmasıyla açılan yeni bir dönemle ilgili. Bir avuç insan ne saklıyor, kendisinden özellikle gizlenen ve saklanmak istenen durum ne? Una tüm bunların peşine nedense birden takılıyor. Kendi hayatından uzaklaşınca yeni bir yaşamı oldukça imkansız bir yerde kurmaya çalışan Una birden açılıyor sanki. Karakter hayatının tüm olamamışlık ve tutunamamışlıklarıyla ıssızlığın ortasındaki bir köyde hareket arıyor, umut arıyor. Una'nın zaten pek hoş karşılanmadığını zamanla fark ettiği köyde, işine başladıktan kısa bir süre sonra acı bir olay yaşanıyor. Bu olayın peşinden Una durmuyor... Köyün geçmişinde ne var, didiklemeye başlıyor. Biz de okuyoruz, görevimiz bu.

Bu romana ne kadar polisiye denilir bilmiyorum ama polisiye değildir de diyemiyorum. Hiçbir şekilde işinize yaramayacak bu cümleye karşı tavsiye ederim. 

Hiç yorum yok: