7 Ağustos 2023 Pazartesi

Jenny Lund Madsen "Thirty Days of Darkness"

Kareler ve Sayfalar Soğuk Diyar Polisiyesi (özel) Turu'nda ilk kez yer alan bir yazar Jenny Lund Madsen. Bu sıralar Amerikan ve İngiliz polisiyelerine, psikolojik gerilim türündeki romanlara da bakıyorum; bakıyorum dediğim okuyorum. Onları da Kareler ve sayfalar'ın parantez içinde "özel" yazan bir başka serisi olarak yorumlarım belki, ya da dümdüz yorumlarım, serisiz. Kemiksiz. 

Thirty Days of Darkness, Danimarkalı bir yazara sahip olsa da olayların neredeyse tamamı İzlanda'da geçtiği için etiketlere İzlanda polisiye ve Danimarka polisiyesini de ekledim. Eğer bunlar olmasa hayatında bir şeyler eksikmiş gibi hissedecek olan varsa diye. Yoktur, blog'u okuyan bile yok çünkü.

Romanın ana karakteri, "bir yudum çay içip, sonrasındaki yuduma kadar 50 sayfa karakterin düşüncelerini paylaşan" tarzda romanlar yazan Hannah. Bu benzetmeyi romanın içinde de bulabileceğiniz için, tam da işe yarayacak tanımı sunduğu için yazmak istedim. Hannah, kendi romanlarının yüksek edebi değeri olduğunu düşünen, aslında aşırı popüler olmasa da anladığım kadarıyla geniş kitlelere değil, hedeflediği kitleye ulaşabilen bir yazar. Bu durum, çılgınca satan polisiye romanlara karşı bir nefret de yaratıyor Hannah'da; polisiyeye olan önyargıyı bir polisiye roman içinde, ana karakteriyle işleme cesareti gösterdiği için tebrik ederim sayın Jenny Lund Madsen'i de. Polisiye romanların belirli bir formül çerçevesinde yazıldığı, bu nedenle yaratıcılık ve edebi değerden uzak olduğunu düşünen Hannah, bir imza gününde, hemen karşısındaki sahnede büyük bir hayran kitlesi eşliğinde röportaj vermekte olan, nefret ettiği polisiye yazarını görünce çileden çıkıyor, adamın kafasına adamın romanını atıyor ve bir geri zekalının bile bir ayda bir polisiye roman yazabileceğini söylüyor. Hannah biraz.... gergin bir insan; romanda uzun süre boyunca sevdiği ya da hoşnut olduğu herhangi bir durum görmüyoruz; hatta saçtığı nefretle yer yer komik bile bulabilirsiniz. Tadında bir gıcık olmuş Hannah. Neyse, işte bu iddiası ciddiye alınınca da kameraların önünde ettiği sözün ağırlığıyla kalıyor. Yayınevi, bir aylığına kendisine yazması için İzlanda'da kalabileceği bir yer ayarlıyor ve kafasına fırlattığı kitabın üzerinden birkaç saat geçtikten sonra Hannah, polisiye yazarına olan tüm nefretiyle iddiasını kanıtlamak üzere İzlanda'ya uçuyor

Her şey, İzlanda'nın ücra bir köşesindeki eve konuk olarak gittikten bir gün sonra başlıyor; ev sahibinin yeğeni, şüpheli biçimde denizde boğulmuş olarak bulunuyor ve bir polisiye roman yazmaya çalışan Hannah, bir cinayet soruşturmasının içine düşüyor. Bunu da romanı için kullanmaya başlıyor.

Romanda en çok hoşuma giden nefret dolu Hannah ve bu nefretini sağa sola yöneltmesindeki bonkörlüğüyle karışmış kırgınlığı oldu. Bir yandan Hannah'nın yerel polis gücü olan tek polise soruşturma sırasında yardım etme önerisi eşliğinde, kafasına göre işin peşine düşmesini, diğer yandan da mekansal olarak sıkışmış ücra bir köşede, sert iklim şartları altında işlenen cinayetin herkesin üzerine nasıl bir gölge gibi düştüğünü okuyoruz. Polisiye tadını hiç kaybetmeden, sonuna kadar kendisini okutan bir roman. İpuçlarının peşinden okur da gidiyor, okura katile ve cinayete dair yavaş yavaş yoğunlaşan biçimde ipuçlarını sunuyor. Bir açıklamaya ulaşmak mümkün, finalde inanılmaz bir ters köşeyle okuru da sinir etmiyor.

Hannah'nın bencilce nefretinin, gıcıklığıyla karışmış huysuzluğunun romanda zamanla yumuşayarak gitmesine tanık olmak da güzeldi. 

Hiç yorum yok: