Alper Kamu. Elini mi
sıkmalı beş yaşındaki çocukla ilk tanışıldığında, saçlarını karıştırıp “Naber?”
mi demeli?
İlk kez Alper Canıgüz
okudum ve ismini o kadar çok duymuştum ki inatla neden uzak kaldığıma bir anlam
da veremedim açıkçası. Bundan sonra böyle gitmeyecek elbette.
Bir ölüm, bir cinayet ve
mazide kalan bir aşkın çevresini saran olayların etrafında, beş yaşındaki
filozofumuz Alper Kamu dolanıp duruyor ve bir mahallenin çocuğu olmanın yanında
bir dedektif olarak da hikaye boyunca küçük bir Poirot havasında olayları
didikliyor.
Cehennem Çiçeği’nde
polisiye unsuru var mı, diye sorarsanız, evet var derim. Gerçekten hikayenin
ana hatalarını çizen bir cinayetin katilini bulmak için çabalayan karakter her
ne kadar beş yaşında olsa da, kendisinin hak ettiği değeri de göz önüne
aldığınızda bir dedektifiniz olduğundan emin oluyorsunuz. Alper Kamu, tüm
bilgeliğiyle ortalıkta salınırken, birden Hatice Abla’sının kucağına alınıverse
de... (Bunun gibi hoşuma giden dolu küçük detay var; bir yerde koca bir adam
gibi davranırken hemen ardından tamamen çocuk olmaya dair bir anın içine
düşüveriyor ya da kendisi böyle bir anı yaratıyor)
Beş yaşında bir çocuk
olarak yetişkinlerin dünyasını o kadar anlayabiliyor olmak; dünyanın yükünü
sırtında taşıyan bir kıza gönderme yapan ve kitabın içinde geçen öyküde olduğu
gibi, Alper Kamu için de acı veren bir gerçekliğe dönüşüyor bence. Kendisini öldürme
ihtiyacı duyuyor ve sıklıkla bunu anabiliyor olması da, ya da en azından bana
sürekli içinde olduğu bir buhranı anımsatan, bazen çocukça, bazen de büyük bir
adam gibi içine düştüğü krizler de bunu kanıtlıyor gibiydi bence.
Herhalde yazar
yaratırken ve yazarken çok eğlenmiştir, diye düşünmüştüm ancak Alper Canıgüz
ile yapılan bir röportaja baktığımda yazar yazım sürecini sıkıntılı bir süreç
olarak değerlendirmiş ki elbette böylesine bir kitap yazarken, bu kadar ince
işlenerek bir karakter yaratılırken sıkıntıya düşülmeden olmazdı. Anlıyorum. Ancak
bu sıkıntının sonunda ortaya çıkan hikaye (ve bence hikayenin önüne geçen bai
kahraman) okuması hayli zevkli bir kitaba dönüşmüş.
Okurken gözlerimin önüne
(bilmem diğer okuyanların ya da okuyacak olanların gözlerinin önünde hangi
sahne olacak ama) tasvir edilen mahalle baya baya Doğan Apartmanı’nın olduğu
sokağı getirdi. Bu bilinçaltımda şöyle bir şeye bağladım; isim vermeyim ama
Doğan Apartmanı’nda doğan bir şarkıcımız aklıma geldi ve nedense onun da
çocukluğu aslında Alper Kamu’nun çocukluğunu saran örtünün altında geçmiş, o
aslında onun içinden bir parça, hatta ta kendisiymiş gibi geldi. (Bu yorumum
hayli gizemli görünse de aslında gayet gözü sokulan bir gerçek etrafında
şekilleniyor şu an, her neyse.) İkisini birbirine baya bir benzettim
anlayacağınız. Yani “Ruhi’dir benim adım...” diye Doğan Apartmanı’nın
penceresinden bakıyormuş gibiydi Alper Kamu.
Not: Evet, bu yazıya da önümüzdeki günlerde eklemeler yapabilirim.
2 yorum:
ilk kitaptan bağımsız ama Oğullar ve Renciden Ruhları da mutlaka oku derim:)
Ve Tatlı Rüyaları'da o da harikadır...
Gizli Ajanstan cok etkilenmemiştim maalesef...Alper Canıgüz en sevdiğim Türk yazarların başında geliyor...Keşke daha çok yazsa...O yuzden kitabı almama rağmen henuz okumaya başlamadım kıyamıyorum:((Başlamazsam bitmez:))
=) Ben de çok sevdiğim yazarların kitapları için sıklıkla "başlamazsam bitmez" şeklinde düşünüyorum, her daim okunmamış bir kitapları bir kenarda olsun istiyorum.
Sanırım Oğullar Ve Rencide Ruhlar'da da Alper Kamu var, muhtemelen onu okurum öncelikle. Çok sevdim karakteri =)
Yorum Gönder