2 Ağustos 2013 Cuma

Camilla Lackberg "Buz Prenses"


Buz Prenses, Camilla Lackberg’in okuduğum ikinci romanı. Okuduğum ilk romanı ise Vaiz’di ve ona da blog’da yer vermiştim.

Yazarın, bir yaratıcı yazarlık eğitimi ardından yazdığı ilk kitabı olan Buz Prenses’i Vaiz’e göre daha çok beğendim nedense. Israrla tüm polisiye yazarları (İskandinav olanları en azından) Henning Mankell ve Jo Nesbo ile kıyaslamak benim için neredeyse bir imza olsa da, bu yazıda bu yolu izlemeyeceğim zira yazarın tarzına dair bu kıyaslamamı Vaiz hakkındaki yazımda yaptım diye anımsıyorum.

Yine de belirtebileceğim bir kaç nokta var elbette; yazar hikayenin içine bolca karakter ve mümkün mertebe hareket katıyor. İskandinavlar’ın bir durağan ya da soğuk anlatımı olduğu önyargısında iseniz bence Lackberg’in romanlarında bu durağanlıktan bence uzaklaşacaksınız zira her an bir hareket, yeni bir şey ya da en azından iletişimleri canlı halde olan insanlar karşınıza çıkıyor.

Küçük bir kasabada işlenen bir cinayet, geçmişin sırları, sırları ile öldürülen bir kadın ve ardında kalan her bir insanın sakladıkları; bir çocukluk arkadaşı, çocukluğa sıkışıp kalmış sırlar… Etrafında koca bir bilinmezlikle beraber ölümün soğukluğuna giden bir kadının ardından gelen süreç; katil kim ve maktulün kimlerle ne gibi bir ilişkisi vardır?
Sorular çoğalıyor, cevaplar ise yerinde sayıyor. Roman kahramanlarımız Patrik ve Erica (kendileri Vaiz adlı kitapta evil bir çiftken, bu kitapta henüz yeni tanıştıkları dönemi ve ilişkilerinin başlangıcını görüyoruz) cinayetin etrafındaki perdeyi aralamaya çalışıyor.

Aynı zamanda Erica'nın bir yazar olarak kendisini yeni bir tür, bir roman yazmaya güdülemesi ve etrafında olan biten, çocukluk arkadaşının katledilmesi ardından onun hikayesini yazmaya başlamasıyla yeni bir türe yönlenmesini de görüyoruz. Sanki yazar kitap içinde kendi hikayesini, kendi yazmaya karar verme sürecini yansıtıyor gibi. Elbette kendi başına böyle bir olay gelmiştir demiyorum ancak bir yazarın, biyografi türünde yazan bir yazarın kendi yazarlığını başka bir boyuta taşıma ihtiyacındaki samimiyet de satırlara ayrıca yansımış.

Vaiz’i kışın okumuştum ve kitap sıcak günlerini, insanların sıcaktan resmen eridikleri günleri anlatıyordu. Buz Prenses’I ise gördüğünüz gibi sıcak havanın insanı esir aldığı şu günlerde okudum ve olayın geçtiği dönem buz gibi soğuk etkisi altındaydı. Hava durumu bakımından zıt günleri yaşamayı bilemeden seçmişim gibi oldu ama iyi de oldu, arada ben de kitaba dalıp biraz üşümeyi başarabildim sanırım.

Katil tahminimi tutturamadım ancak gizemin bir kısmını kitabın daha ortalarına gelirken çözeyi başardım.
Sıkılmadan okunacak bir kitap, almak isterseniz alın bence.

2 yorum:

sibel dedi ki...

benim çok sevdiğim bir yazar Camilla Lackberg. zaten biliyorsunuzdur ama Buz Prenses; 9 kitaplık Patrik Hedström serisinin ilk kitabı. serinin 4 kitabı çevrildi türkçeye, hepsini de çok severek okumuştum.
iskandinav polisiyesi okumaya sizin sayenizde başlamıştım zaten.
henning mankell, jo nesbo vs.

henüz okumadım ama ablam da Arnaldur Indriðason ın kitaplarını almış. 11 kitaplık bir seriymiş o da. okumadan 4 kitabını birden almış iskandinav aşkına :) bakalım beğenecek miyim?

siz okumuş muydunuz hiç?

Kareler Ve Sayfalar dedi ki...

@ sibel: Hiç okumadım, sizden duydum şu an, ve bakacağım şimdi =) Lackberg'in blog'da yazdığım kitaplarından başka kitabını okumadım aslında, yani 4 tanesinden sadece 2 tanesini okudum. Mankell birincim, Nesbp ikincimdir o diyarlarda =)