Buz Prenses, Camilla Lackberg’in okuduğum ikinci
romanı. Okuduğum ilk romanı ise Vaiz’di ve ona da blog’da yer vermiştim.
Yazarın, bir yaratıcı yazarlık eğitimi ardından
yazdığı ilk kitabı olan Buz Prenses’i Vaiz’e göre daha çok beğendim nedense.
Israrla tüm polisiye yazarları (İskandinav olanları en azından) Henning Mankell
ve Jo Nesbo ile kıyaslamak benim için neredeyse bir imza olsa da, bu yazıda bu
yolu izlemeyeceğim zira yazarın tarzına dair bu kıyaslamamı Vaiz hakkındaki
yazımda yaptım diye anımsıyorum.
Yine de belirtebileceğim bir kaç nokta var elbette;
yazar hikayenin içine bolca karakter ve mümkün mertebe hareket katıyor.
İskandinavlar’ın bir durağan ya da soğuk anlatımı olduğu önyargısında iseniz
bence Lackberg’in romanlarında bu durağanlıktan bence uzaklaşacaksınız zira her
an bir hareket, yeni bir şey ya da en azından iletişimleri canlı halde olan
insanlar karşınıza çıkıyor.
Küçük bir kasabada işlenen bir cinayet, geçmişin
sırları, sırları ile öldürülen bir kadın ve ardında kalan her bir insanın sakladıkları;
bir çocukluk arkadaşı, çocukluğa sıkışıp kalmış sırlar… Etrafında koca bir
bilinmezlikle beraber ölümün soğukluğuna giden bir kadının ardından gelen
süreç; katil kim ve maktulün kimlerle ne gibi bir ilişkisi vardır?
Sorular çoğalıyor, cevaplar ise yerinde sayıyor. Roman
kahramanlarımız Patrik ve Erica (kendileri Vaiz adlı kitapta evil bir çiftken,
bu kitapta henüz yeni tanıştıkları dönemi ve ilişkilerinin başlangıcını
görüyoruz) cinayetin etrafındaki perdeyi aralamaya çalışıyor.
Aynı zamanda Erica'nın bir yazar olarak kendisini yeni bir tür, bir roman yazmaya güdülemesi ve etrafında olan biten, çocukluk arkadaşının katledilmesi ardından onun hikayesini yazmaya başlamasıyla yeni bir türe yönlenmesini de görüyoruz. Sanki yazar kitap içinde kendi hikayesini, kendi yazmaya karar verme sürecini yansıtıyor gibi. Elbette kendi başına böyle bir olay gelmiştir demiyorum ancak bir yazarın, biyografi türünde yazan bir yazarın kendi yazarlığını başka bir boyuta taşıma ihtiyacındaki samimiyet de satırlara ayrıca yansımış.
Vaiz’i kışın okumuştum ve kitap sıcak günlerini,
insanların sıcaktan resmen eridikleri günleri anlatıyordu. Buz Prenses’I ise
gördüğünüz gibi sıcak havanın insanı esir aldığı şu günlerde okudum ve olayın
geçtiği dönem buz gibi soğuk etkisi altındaydı. Hava durumu bakımından zıt
günleri yaşamayı bilemeden seçmişim gibi oldu ama iyi de oldu, arada ben de
kitaba dalıp biraz üşümeyi başarabildim sanırım.
Katil tahminimi tutturamadım ancak gizemin bir kısmını
kitabın daha ortalarına gelirken çözeyi başardım.
Sıkılmadan okunacak bir kitap, almak isterseniz alın
bence.
2 yorum:
benim çok sevdiğim bir yazar Camilla Lackberg. zaten biliyorsunuzdur ama Buz Prenses; 9 kitaplık Patrik Hedström serisinin ilk kitabı. serinin 4 kitabı çevrildi türkçeye, hepsini de çok severek okumuştum.
iskandinav polisiyesi okumaya sizin sayenizde başlamıştım zaten.
henning mankell, jo nesbo vs.
henüz okumadım ama ablam da Arnaldur Indriðason ın kitaplarını almış. 11 kitaplık bir seriymiş o da. okumadan 4 kitabını birden almış iskandinav aşkına :) bakalım beğenecek miyim?
siz okumuş muydunuz hiç?
@ sibel: Hiç okumadım, sizden duydum şu an, ve bakacağım şimdi =) Lackberg'in blog'da yazdığım kitaplarından başka kitabını okumadım aslında, yani 4 tanesinden sadece 2 tanesini okudum. Mankell birincim, Nesbp ikincimdir o diyarlarda =)
Yorum Gönder