Kitleleri harekete geçirme ve yönlendirme,
amaç doğrultusunda kullanma isteği insanoğlunun damarlarından asla çıkmayacak,
kişiye göre sinsice, kişiye göre açıkça dışa vurulan sevimsiz bir içgüdü.
Savaşta ya da barışta, insan üzerinde
hakimiyet kurma isteği dendiğinde özellikle aklıma gelen en SAVAŞ başta siyasiler ya da din
adamları olmuştur. Tarih boyunca, bildiğim ve hatırladığım kadarıyla yanlış
amaçlar için insanların inanç ve değer yargılarını kendi gelecekleri için,
toplu bir yönetim ve boyun eğdirme aracı olarak kullanan insan, kazanan ya da
kaybeden konumunda bir yol izleyerek bu açıktan faydalanmıştır.
Tıpkı Hitler’in, dünyayı yerinden oynatacak
ideaları için kullanmayı ve kandırmayı başardığı (buna başarı demeye içten içe
dilim varmıyor bile olsa) milyonlarca insanın kullanılması, belki hala bir çok
siyasi akım (ya da kısıtlama yapmayalım – bir çok insanın) için kullanılmak
istenen control mekanizmalarından biri.
Savaşta, gözleri uğruna savaşmaları
beyinlerine kazınan binlerce insanın kendisini ateşe atmaktan çekinmemesi ya da
öldürmekten bir an bile çekince duymaması, ordu komutanının ve savaş süren asıl
güç ya da güçlerin sahip olabilmeyi hayal ettiği yegane kaynak olsa gerek.
İşte bu yüzden, savaşta “Daha iyi nasıl sonuç
alınabilir?” sorusunu soran bir ordunun, eline geçen güç kaynaklarını
çeşitlendirme ve çoğaltma, kusursuz ordu, hatta ölüm makineleri yaratma
ihtiyacı doğuyor.
GÖZÜ KARA
LEJYONLAR
Fabien Nury ve John Cassady’nin imzasını
taşıyan Lejyon, işte tam bu noktada, II. Dünya Savaşı sırasında orduların
maksimum verim, en iyi strateji ile düşmanla karşı karşıya gelmesi, tek amaç
doğrultusunda ilerlemesi üzerine yapılan bir deneye, projeye dayanıyor:
Kazanmak!
Hikayenin başında, bizleri bir cinayet ve
İngiliz İstihbarat Servisi’nin olaya dahil olması karşılıyor. Neredeyse bir
ritüel şeklinde işlenen bir cinayet ve intiharın ardından olayın aydınlatılması
ile ilgilenen Servis’in yanı sıra, cephede devam eden savaş da hikayenin ana eksenini
oluşturuyor.
Savaş sırasında, Almanlar’ın bir projesi ile
hikayeye adını veren ve kitap kapağında beliren, on yaşında küçük bir Romen
kızı olan Ana ile yolumuz kesişiyor.
Ana, kan nakli ile insanların/hayvanların
zihnini ele geçirme ve kontrol etme yetisine sahip bir kız. Elbette, bu durum
Nazi ordularının gözünden kaçmıyor ve durumu, kendi amaçları için kullanmaktan
çekinmeyecekleri bir projeye dönüştürüyorlar. Askerler, kan nakli ile Ana’nın
mükemmel strateji ve en iyi savunma ile saldırtacağı birer ölüm makinesine
dönüşüyor.
VAMPİRİZM VE
SAVAŞ BİR ARADA
Arka planda devam eden cinayet ve Ana, aynı
zamanda bizleri tarihi bir karaktere, kimi zaman Vlad Tepes, kimi zaman Drakula
adı ile anılan Kazıklı Voyvoda’ya götürüyor.
Vampirizm temasının da işlendiği Lejyon, bir
savaş hikayesi olarak okuyucu için farklı noktalarda öne çıkan bir hikaye
yaratıyor.
Farklı bir çok karakterin içinde bulunduğu
hikayede dikkatin yüksek seviyede tutulması bir ihtiyaç; farklı karakterlerin
sıkça karşımıza çıkması haricinde farklı isimlerle karşılaşılan aynı kişiler
ise yer yer kafa karışıklığı yaratsa da, çözüm bölümündeki netlike oluşan küçük
karışıklıkları dağıtacak şekilde.
Çizimleri ile okuyucu için kolaylık sağlayan,
göz yormayan çizim ve renkleri ile akıcılığı pekişen kitap, Marmara Çizgi’nin
çevirisi ile okunmayı bekleyenler arasında yerini alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder