15 Şubat 2014 Cumartesi

Fabien Nury/John Cassady "Lejyon"


Kitleleri harekete geçirme ve yönlendirme, amaç doğrultusunda kullanma isteği insanoğlunun damarlarından asla çıkmayacak, kişiye göre sinsice, kişiye göre açıkça dışa vurulan sevimsiz bir içgüdü.
Savaşta ya da barışta, insan üzerinde hakimiyet kurma isteği dendiğinde özellikle aklıma gelen en SAVAŞ başta siyasiler ya da din adamları olmuştur. Tarih boyunca, bildiğim ve hatırladığım kadarıyla yanlış amaçlar için insanların inanç ve değer yargılarını kendi gelecekleri için, toplu bir yönetim ve boyun eğdirme aracı olarak kullanan insan, kazanan ya da kaybeden konumunda bir yol izleyerek bu açıktan faydalanmıştır.
Tıpkı Hitler’in, dünyayı yerinden oynatacak ideaları için kullanmayı ve kandırmayı başardığı (buna başarı demeye içten içe dilim varmıyor bile olsa) milyonlarca insanın kullanılması, belki hala bir çok siyasi akım (ya da kısıtlama yapmayalım – bir çok insanın) için kullanılmak istenen control mekanizmalarından biri.
Savaşta, gözleri uğruna savaşmaları beyinlerine kazınan binlerce insanın kendisini ateşe atmaktan çekinmemesi ya da öldürmekten bir an bile çekince duymaması, ordu komutanının ve savaş süren asıl güç ya da güçlerin sahip olabilmeyi hayal ettiği yegane kaynak olsa gerek.
İşte bu yüzden, savaşta “Daha iyi nasıl sonuç alınabilir?” sorusunu soran bir ordunun, eline geçen güç kaynaklarını çeşitlendirme ve çoğaltma, kusursuz ordu, hatta ölüm makineleri yaratma ihtiyacı doğuyor.

GÖZÜ KARA LEJYONLAR
Fabien Nury ve John Cassady’nin imzasını taşıyan Lejyon, işte tam bu noktada, II. Dünya Savaşı sırasında orduların maksimum verim, en iyi strateji ile düşmanla karşı karşıya gelmesi, tek amaç doğrultusunda ilerlemesi üzerine yapılan bir deneye, projeye dayanıyor: Kazanmak!
Hikayenin başında, bizleri bir cinayet ve İngiliz İstihbarat Servisi’nin olaya dahil olması karşılıyor. Neredeyse bir ritüel şeklinde işlenen bir cinayet ve intiharın ardından olayın aydınlatılması ile ilgilenen Servis’in yanı sıra, cephede devam eden savaş da hikayenin ana eksenini oluşturuyor.
Savaş sırasında, Almanlar’ın bir projesi ile hikayeye adını veren ve kitap kapağında beliren, on yaşında küçük bir Romen kızı olan Ana ile yolumuz kesişiyor.
Ana, kan nakli ile insanların/hayvanların zihnini ele geçirme ve kontrol etme yetisine sahip bir kız. Elbette, bu durum Nazi ordularının gözünden kaçmıyor ve durumu, kendi amaçları için kullanmaktan çekinmeyecekleri bir projeye dönüştürüyorlar. Askerler, kan nakli ile Ana’nın mükemmel strateji ve en iyi savunma ile saldırtacağı birer ölüm makinesine dönüşüyor.

VAMPİRİZM VE SAVAŞ BİR ARADA
Arka planda devam eden cinayet ve Ana, aynı zamanda bizleri tarihi bir karaktere, kimi zaman Vlad Tepes, kimi zaman Drakula adı ile anılan Kazıklı Voyvoda’ya götürüyor.
Vampirizm temasının da işlendiği Lejyon, bir savaş hikayesi olarak okuyucu için farklı noktalarda öne çıkan bir hikaye yaratıyor.
Farklı bir çok karakterin içinde bulunduğu hikayede dikkatin yüksek seviyede tutulması bir ihtiyaç; farklı karakterlerin sıkça karşımıza çıkması haricinde farklı isimlerle karşılaşılan aynı kişiler ise yer yer kafa karışıklığı yaratsa da, çözüm bölümündeki netlike oluşan küçük karışıklıkları dağıtacak şekilde.

Çizimleri ile okuyucu için kolaylık sağlayan, göz yormayan çizim ve renkleri ile akıcılığı pekişen kitap, Marmara Çizgi’nin çevirisi ile okunmayı bekleyenler arasında yerini alıyor.

Hiç yorum yok: