4 Mart 2013 Pazartesi

Sylvia Plath "Sırça Fanus"


Sırça Fanus’u, bir Tezer Özlü romanı olan Çocukluğun Soğuk Geceleri ardıdan okudum.
Bu iki yazarı bazı yönlerden benzer gördüğüm noktalar var.
Ancak şimdi sadece Sylvia Plath’dan bahsetmek istiyorum.
Sırça bir fanusun içinde tıkılıp kaldığının bilincinde olmanın ve sahte kaçışlar yaratmanın nasıl bazı şeyleri daha da körüklediğini gördüğüm bu roman, bana gerçek ve belki bir çok insanın da başından geçen bir kabus gibi geldi. Yaşamdan uyanıp kabustan kurtulmaya çalışırken, ölümün kollarına doğru son nefeslerini vererek yürümek. İşte bunu düşündüm.
Esther Greenwood, “delililğin dağlarında” gezerken, ben de burada, ondan yıllar sonra yolda adımlarımı onunkiler gibi atıyor, onun cümlelerine benzer iç sesimle sokaklarda dolaşıyordum.
Ancak her zaman farklı kılan, insanın ölümden kaçmaya çalışmasının yanında, onun ölüme yaklaşmaya çalışmasıydı.
Esther hayatındaki kalıplaşmış doğrular içinden kendini sıyırmaya çalışırken, bir kaç noktada aklıma Tezer Özlü geldi, sonra yine kapılıp gittim romana. İntihar etmeye bu kadar niyetlenmişten aslında her kıyıdan dönüşünde ve vazgeçişinde, insanın içindeki en temel güdü harekete geçiyor ve onu hayattan koparmamak için çırpınıyordu sanırım. Yoksa, gerçekten pansiyondaki diğer insanlar sürekli onu rahatsız edecek endişesi ile bileklerini küvette kesme fikrinden uzaklaşması nıya da bir türlü kendisini asamamasını okumazdık. Öyle ki, kitabın ilerleyen sayfalarında bir intiharı, kendini asarak gerçekleştirilen bir intiharı gördüğümüzde, aslında Esther’in de istese bunu hemen o anda başarabileceğini görmüyor muyuz? Aslında, istemiyordu. Kıyas yapıldığında, en başarılı intihar girişiminde bile, yine de bulunması şansını göz ardı etmeyerek ve bunu içten içe kullanmaya hazır biçimde gitmiyor muydu ölüme?
Sylvia Plath’ın intiharında da aslında ölme istediğinin olmadığı kanaatindeyim, eğer Sırça Fanus’a otobiyografik bir roman diyeceksek, Plath aslında hiç bir zaman ölmeyi, hayatını karanlığa gömmeyi istememişti diyebiliriz diye düşünüyorum. Kitapta da bahsettiği gibi, tabanca ile intihar etmesinin aslında başarısızlıkla sonuçlanabileceği kanaatindeydi ancak bana biraz da aslında tabancanın daha kesin bir ölüm ihtimalinin yüksek oluşundan dolayı o fikre uzak kalmayı tercih ediyormuş gibi geldi. Bu, asılında gerçekten “ölmeyi” istememe halini de Esther’in (aslında Sylvia Plath’ın) bir kitap yazmayı istemesi, yazmaya devam etmeyi istemesine bağlıyorum. Esther “yazmak” istiyordu, en basit tabirle bunun için de “yaşaması” gerekiyordu; yani intihar girişimlerinin aslında başarısızlıkla sonuçlanması ve “ölememesi” gerekiyordu. Bu yüzden, kafasını fırına soktuğunda, bir gün sonra ne yapacağının gözlerinin önünden geçtiğine eminim bu mükemmel yazarın.
Keşke yaşasaydı ve o gün, Esther gibi, aslında içinden geçirdiği gibi biri gelip onu bulsaydı, o kalp atmaya devam etseydi ve acılarından beslenerek, bir yerde de bu acıları sanatına yansıtarak, gerçekten kendi istediği varoluş içinde olduğunu düşündüğüm bu değerli kadın yaşasaydı.
Tahminimden daha sürükleyen, daha içe işleyen ve daha beklenmedik mükemmelikte bir gerçeklik vardı Sırça Fanus’da. Bu nedenle kitabın kapağını kapattığımdan beri pek uyuyabildiğim söylenemez. Anlamadığım diğer nokta ise neden bu kitap için 25 yaşına kadar beklediğim. Belki okumak için en doğru zamandı. Galiba.

Hiç yorum yok: