3 Eylül 2013 Salı

Mehmet Perinçek "Türk - Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar"


Mehmet Perinçek’in 2011 yılında yayınlanan kitabı Türk – Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerinin atıldığı günlerden günümüzde dek Rusya ile olan ilişkilerimizin derinliği hakkında fikir sahibi olmak isteyenler için mükemmel bir kaynak.

Öncelikle, normalde tanıttığım kitaplardan bir hayli farklı bir konumda. Cahil olduğumu düşündüğüm bir konuda daha fazla bilgi sahibi olmak için okudum. Diğer kitaplar ile de devam edeceğim açıkçası. Sırada Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri var, yazar elbette aynı.

Aslında yazar ve 2011’den günümüze yaşadığını tahmin ettiğim ve bizzat bir hukuksuzluk içinde yaşadığı akıl almaz gerçeklere dair söylemek istediğim çok şey var ancak kitaba odaklanmayı şimdilik tercih ediyorum. O konuda yazmaya başlarsam sayfaların yeteceğini sanmıyorum.

Devam edelim.

(Önemli not; kitap hakkında yazarı eleştirmek haddim olmadığı için – zaten konu hakkında kendisiyle kıyaslandığında bilgimin ne kadar olabileceğini de göz önüne alırsak – aslında kısaca içeriğin ve aklımda kalan önemli noktaların kısa bir özeti olacak.)

Birinci Dünya Savaşı öncesinde kurulan Türk – Rus Dostluk Cemiyeti ve dönemin koşulları bakımından kurulmasının önemi ilk olarak ele alınan konu. Savaş öncesi Almanya riskine karşı kurulan bu cemiyetin Rusya için bir tür “önlem” olarak görülmesi bir yana, her iki taraf açısından da olumlu sonuçlar doğurduğunu görmek mümkün. Böylece her iki ülkenin de birbirine gittikçe yakınlaşmaya başlamasını belgelerle görebilirsiniz.

Türk – Rus dostluğunu farklı boyutlarda ele alarak ilerliyor kitap. Bu dostluğun farklı konulardaki boyutlarını ele almadan önce benim öncelikle değinmek istediğim şey ise Mustafa Kemal ve Lenin’in devrimlerinin birbirlerinin destekçisi, belki birbirlerinin yaratıcısı ve aynı zamanda her ikisinin de birbirinin teminatı olduğu gerçeği. Zira Türk ve Rus devrimlerinin yerlerini aldıkları ideoloji için nasıl bir tehlike olduğunu belki hala ve farklı ülke ve zihniyetler için hala birer tehlike olduğunu- gördüğümüzde, bu birlikteliğin aslında dünyaya karşı bir meydan okuma olduğunu söylemek doğru olur. Özellikle Moskova Antlaşması ve Kars Antlaşması ise batı emperyalizmine karşı bir olduklarını resmen ilan etmiştir bu iki devlet.

Birbirlerine destek olmaya ve her iki devrimi de yaşatmaya böylesine inançlı olan iki ülke, aradaki ilişkileri geliştirmek adına sıkça ve her şeye, her zorluğa (FİFA gibi) aralarında futbol maçları bile düzenlemiştir. Kitapta uzun bir bölüm halinde ele alınan iki ülke ve futbol konusunu severek okudum. Öyle ki her iki takımın da rakip ülkeye maça gittiğinde neredeyse devlet adamlarına yakışır karşılama törenleri karşılanan ve ağırlanan takımlar ya da iki ülkenin arası bozulmasın diye yok sayılan goller ya da araya devlet adamlarının girmesiyle sakinleştirilen ateşli maçlar… Her ne kadar sıkça bir tebessümle okusam da aslında geçmişe dair bende de bir özlem uyandırdı. Ne bileyim, ülkemizdeki bir statta siz de Türkiye’nin kardeş Rusya’yı selamlamasının pankartını görmek, Rusya’da bir dergide Türk – Rus kardeştir yazısını görmek istemez misiniz?

Bunları, bana emanet edilen ideolojiye dayanarak söylüyorum.

Son olarak, Türkiye’deki sanayileşmede Rusya’nın payı. Maddi yardımlarıyla olduğu kadar teknik ve eğitim gibi konularda da, mühendis yetiştirmek ya da iş gücü eğitebilmek amacıyla Rusya’nın Türkiye’ye olan desteği detaylarla anlatılmış.

Küçük bir detay ise, İstiklal Caddesi’nin ismine nasıl kavuştuğunu açıkçası ben bilmiyordum, bunu da öğrenmiş oldum.

Her bölüm sonunda belgelerin orijinalleri ve bölümde geçen kişilerin fotoğrafları gibi başka yerde bulamayacağınız ekler mevcut.

Eğitim sistemimiz ilköğretimde de lise de de –en azından benim zamanımda, şimdi liseler nasıl zaten hiç bir fikrim yok- tarih kitaplarında aynı cümlelerle işlerdi konuları. Mesela sizin de Rusya dendiğinde aklınızda kalan o kalıplaşmış “sıcak denizlere inme politikası” değil midir? Elbette bilginin yanlışlığından bahsedecek değilim, yanlış da değil zaten de. Bahsetmek istediğim bir şeyin derinine hiç inmeden öğreniyoruz genelde, ya bir sınav ya da benim zamanımdaki gibi ÖSS için. Daha fazlasını öğrenmek için, merak etmeye başladığınız o şanslı anda da karşınıza doğru kaynaklar çıktığında kendinizi şanslı sayın bence. Bu kitap gibi. Özellikle öyle bir devletle olan ilişkimizden bahsediliyor ki, günümüz dünya siyaseti içinde içinde olduğumuz konumu da göz önüne alırsak, geçmişten belki de o klişe “ders çıkarma” noktasına bile gelebileceğimiz bir devletle. Ya da ideoloji ile diyelim. Umarım anlatabilmişimdir. Siyasi ilişkilerimizin, dünya üzerindeki önemimizin o halden bu hale nasıl geldiğini ise acı içinde okuyabilirsiniz. Kitabı kapattıktan sonra haberleri ya da bir gazeteyi açmanız eminim içinizi sızlatacak.

Severek, neredeyse bir günde bitirdiğim bu kitabı gözüm kapalı tavsiye ediyorum.

Hiç yorum yok: