25 Nisan 2015 Cumartesi

Erich Fromm "Sahip Olmak ya da Olmak"

Birkaç gün öncesinde Hitler'in Filozofları adlı kitabın yazısını eklemiştim blog'a, bir kaç yazı aşağıdadır hatta, bakabilirsiniz. Nazizm'in yükselişi ile beraber bilim insanlarının Almanya'da çalışamaz hale getirilmesi, mesleklerinden, üniversitelerinden sudan bahanelerle ya da açık açık uzaklaştırılmaları ve sonunda da yaşam haklarının ellerinden alınması sonrasında Almanya'yı terk eden düşünürlerden, 20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri de Erich Fromm.

1900 doğumlu olan Fromm'un 80 yıllık yaşamında, toplumbilim ve psikanaliz eğitimi temelinde ortaya koyduğu eserlerle bir yandan Marksist teori içinde, bir yandan da Frankfurt Okulu geleneğinde sıkça anılıyor.

Say Yayınları'nın Erich Fromm Kitaplığı serisinden çıkan Sahip Olmak ya da Olmak adlı kitabında Fromm, henüz ilk bölümlerden itibaren sanayileşme sonrasında, her zaman değer verdiği ve yanında durduğu "insan"ın ruhunu zedeleyen gerçekleri irdelemeye başlıyor. Bir şekilde, yine Marx'ın yabancılaşma kavramına -doğal olarak- paralellik gösteren ifadeleriyle birlikte, doğaya hükmetme arzusundaki insanın zamanla (ve makineleşmenin artan hızıyla güç kazanarak) ürettiklerine ve sahip olduklarına bağımlı bir mutluluk kavramı, sahte bir dünya yaratmasını eleştiriyor.

Gerçekliğinden kopan sahip olma ve olma ifadeleri üzerinden aslında kapitalizm eleştirisi yapan yazar, endüstrileşmenin getirdiği bireysel hazzı öne çıkaran düzene de değiniyor. Doyumsuz bireylerin, kendisinin "sahip olacağı şeyler" haricinden bir şeyi önemseyemeyen bireylerin ön plana çıkarıldığı ve bunun ulaşılması gereken ve mutluluğun yegane yolu gibi sunulmasına da karşı çıkıyor. Haklı olarak.

Doyumsuz toplumların oluşmasında en azından yakın tarih içinde kesinlikle sebep gösterilebilecek sanayileşme ile gelen konformizm tutkusu - saplantısı - amacı yazarın değindiği bir diğer nokta. Ek olarak,  "boş zaman" kavramı gibi nereden bakarsak bakalım mantık olarak elimizde kalması çok kolay görünen bir kavramın yaratılması ve bu kavramı "değerlendirmek" üzere oluşturulan bencil tüketim toplumuna sunulan" boş zaman geçirme/değerlendirme" seçenekleri de yazarın eleştirdiği bir diğer nokta. Burada da karşımıza kitle iletişim araçlarından tutun da açgözlü konformist bireylerin, kişisel "sahip olmaktan ibaret" hazlarını tatmin için düzenin satışa çıkardığı tüm "şeyleri" görebilmemiz mümkün; önce çalıştırıp, sonra soluklanmak için zaman verip, bunu boş zaman olarak tanımlayıp, onu nasıl değerlendirebileceğinizi söyleyen bir düzen içinde, boş zaman ya da özgürlük kavramlarını sorgulamadan nasıl yaşarsınız? Formm'un diğer kitaplarında bu konular hakkında fazlası var, meraklısına.

Düzenin gündelik hayat içine aynı zamanda dilde de kendisini belirttiğini vurgulayan yazar, sahip olma ve olma ifadelerinin nasıl şekillendiği ve dilbilimsel olarak bireyin varlığına nasıl sindiğine de değiniyor.

Farklı düşünürlerin bakış açılarıyla varlığı, sahip olmayı ve olmayı sorgulayan yazar, yaptığı çıkarımlarla insanı ön planda tuttuğu kendi felsefesinin de savunmasını yapıyor diyebiliriz. Zira bir Marksist ve hümanist olarak Fromm'un okuduğum tüm kitaplarında düzen için yok olan birey (ve haliyle toplumlar) için ne kadar çaba gösterdiği, uyandırmaya çalıştığı ve üzüldüğü de ortada.

Hiç yorum yok: