Özgürlük
kelimesi sürekli, her yerde. Bireysel ya da toplumsal, evrensel bir çok konu
hakkındaki yorumlarda, vaatlerde, yakınmalarda, isteklerde özgürlük kelimesi
bir şekilde cümleye dahil oluyor. Kelime anlamı olarak üç aşağı beş yukarı
muhtemelen çoğu insanın aklına bir tanım geliyordur; özgürlük nedir, sorusunun
karşılığı bir cümle içinde akıllarında yer alıyordur.
İşte
"Özgürlük ve Yabancılaşma", bir yandan adı geçen bu iki kavramı daha
yakından incelemeye, bir yandan da farkında olmadığımız bu iki gerçekliğin
hayatlarımızda nasıl ve neden yer aldığını öğrenmeye davet ediyor bizleri.
Hegel
üzerine uzmanlaşmış olan, 1929 Ukrayna doğumlu felsefeci Yuri Davidov, özgürlük
ve yabancılaşma kavramlarını ayrı ayrı ve birbirleriyle ilintili olarak
incelerken, bir yandan da her iki durumun ortaya çıkışını da inceliyor.
Sınırları
konusundaki çelişkilere değinerek özgürlük kavramını ele alan Davidov kendi
ifadesi ile soyut "nereden özgürlük" sorununun "neye
özgürlük" sorununa nasıl dönüştüğünü irdeliyor. İnsan doğasının, insan
varoluşunun özgürlüğün sınırları ile olan ilişkisini de bunun ardından, insan
özünün zorunluluklarına bağlıyor. İnsanın doğa ile olan mücadelesi ve elbette
üretimin bireysel ve toplumsal -evrensel- yönü ile olan ilişkisinin özgürlük
kavramından bağımsız incelemeyeceğinin vurgusunu yapan yazar, bireyin doğasına
uygun yaratıcı gelişiminin özgürlüğün gelişimiyle paralel ilerleyecek bir süreç
olduğunu vurguluyor.
Özgürlüğün
idealize edilmiş, zorunluluktan ayrıştırılmış ve bu yüzden soyut kılınmış
halinin karşısında somut ve pozitif olarak boyunduruk altına alınmış halini
koyan Davidov, Marx ve Engels'in vurguladığı üzer tarihsel süreçte insanın
neden ve sonuç olduğunu ve bu süreç içinde kendisini ve toplumu var edebilecek
yegane güç olduğunun altını çiziyor. Yani, doğa karşısında yaratıcı
özellikleriyle üstülük kurabilen insan, kendi varlığının maddesel ilerleyişini
aslında bir çeşit zorunluluktan doğan kölelik ile yaratmaktadır. Ancak bu
kölelik ifadesinin varlığına rağmen, insanın doğasıyla (yabacılaşmamış içimde)
ilerleyişi de onu özgürlüğe götürecek yoldur.
İnsanın
yiyecek üretimine başlaması ile "diğerlerinden" ayrılması sonucunda tahmin
edersiniz ki toplum içindeki işbölümünün ortaya çıkması da özgürlük ve
yabancılaşma kavramlarının arasındaki ilişkiyi daha sık karşımıza çıkarak bir
dönemi başlatmasına değiniyor Davidov. İlkel toplumun kooperatife yani üretici
güce dönüşmesinin arından, toplum içindeki bireylerin kendi ilerleyişlerini
toplumsal ilerleyiş içinde gerçekleştirecekleri dönem de gelmiş oluyor: Tek tek
değil, birlikte hareket ederek "özgürlüğe" doğru yol alan insanın bu
şekilde madde-üretici halini, ilk karakteristiğini kazanmış olarak karşımıza
çıkışmış olduğunu da ekliyor.
Çalışmanın
varlığını insanlığın tamamının özgürlüğü için tek ve en önemli yol olarak gören
Davidov (Marx'ın da ilgili fikirlerini düşünebilirsiniz burada aslında),
insanın doğa karşısındaki mücadelesinde bir yandan doğasını değiştirirken bir
yandan da kendisini değiştirmeye başlamış olmasını da belirtiyor.
Marksist
teoride doğa ile el ele vermiş insanın yükselişi olarak görebileceğimiz bu
durum, üretim ilişkilerinin olması gereken halinden uzaklaşma sonunda
yabancılaşmayı karşımıza çıkarıyor aslında. Önceliği her daim insan olan
Marksist teoride, insanın (bireyin) üzerinde "türün" sorumluluğunun
da olduğunu hatırlarsak, evrenselliğe giden yolun ilk adımı olan bu
"türünün ve kendinin bilincinde olma" durumu, tür içinde ve tür için
doğa ile el ele çalışmanın neden yabancılaşmadan uzak ve ancak özgürlüğe yakın
bir yol olarak gösterildiğini de anlayabiliriz.
İnsanın önce
emeğine, sonra kendisine - türüne yabancılaşmasını, üretim sürecindeki amaç ve
araçların işleyişindeki bozulmalara bağlayan Davidov, Marx'tan sıklıkla yaptığı
alıntılarla yabancılaşmaya etki eden sebepleri, sanayileşmeye varana dek ilk
üretim faaliyetlerinden itibaren irdeliyor.
Yabancılaşma
kavramıyla tanışmak ve özgürlük üzerine düşünmek için atlanmaması gereken
eserlerden biri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder