14 Ocak 2013 Pazartesi

F. Scott Fitzgerald "Muhteşem Gatsby"

Bir avuç insan arasında geçen, insan ilişkilerindeki yer yer derinlik ama genellikle de sığlık üzerine kurulu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika’da geçen Muhteşem Gatsby, okurken tek bir satırında bile okuyucuyu sıkmayan bir Amerika eleştirisi.

F. Scott Fitzgerald diyince benim aklıma gelen ilk şey olması bir yana, kitap hikayesi ve anlatımı ile de akıllardan hemen çıkmayan bir kitap.

Anlatıcı Nick Carraway’in kuzeni, kuzeninin eşi, kuzenin arkadaşı, kuzenin eski/büyük aşkı ve kendisinin komşusu Gatsby ve kuzeninin eşinin yasak aşkı çevresinde dönen hikaye belki sıradan bir aşk üçgeni karmaşası gibi görünse de Nick’in bana yer yer Salinger’ın gerçekten ölümsüz kahramanı Holden Caulfield’ı anımsatan “ruh hali” ile olaylara bakışı ve olayların içinde yaşayışı ile başka bir boyuta taşınıyor; işte bu taşındığı boyutta en nefisinden bir toplumsal eleştiri. Küçük ve kibirli dünyalarında yaşayan insanların sakladıkları, sahip oldukları, yetinemedikleri ve daha fazlasını istedikleri gerçekler.

Müziğin, köpük aşkların, kirli paranın, gizli geçmişin, unutulmayan aşkın ve bir anda silinip atılabilecek olan aşkın, paranın lafının geçtiği bir dünyada, kıyısından köşesinden bu hayatta izleyici konumda olan ancak zamanla içine düşmeye başlayan ve gördükleri karşısında içten içe bir tiksintiye düşen Nick; zamanla taraf değiştirmeye başlayan iç dünyası, anlamlandırdıkça acımaya başladığı Gatsby’nin hayatı ve verdiği her anlamla daha da uzaklaşmaya başladığı bir dünya…

Bir solukta okunacak olan ve okunan Muhteşem Gatsby’yi okumamış olanlar; tavsiyeme kulak verin ve daha fazla uzak kalmayın.

Bir alıntı; “Akıntıya karşı giden sandallar gibi ilerliyoruz işte; durmaksızın, geçmişe yol alan.”

Muhteşem Gatsby, F. Scott Fitzgerald. Artemis Yayınları, 201 sayfa.

Hiç yorum yok: