27 Ekim 2014 Pazartesi

Jonathan Tropper "Burada Ayrılıyoruz"

KAYBETMEK ASLA SON BULMAZ

Bir insan hayatta ne kadar kaybedebilir? Kaybetmenin sınırı var mıdır?

Yoksa hayat öyle acımasızdır ki her şeyi kaybettiğinizde bile kaybına üzülebilmeniz için size yeni "sahiplikler" mi yükler; acı ve kederin sınırsız olduğu bir dünyanın içinde son kez kaybetmek ve son kez üzülmek diye bir şey yok mudur?

Tüm ayrılıkların ardından dibe vuran insanlar, işini kaybeden insanlar, eşini ölüm çalan insanlar, eşinin terk ettiği insanlar, eşini terk eden insanlar, çocuğunu yitiren insanlar, evini kaybeden insanlar, hayatını kaybeden insanlar... Nedense ne kadar acı olursa olsun, insan "üzülme ve kaybetme kotamı doldurdum, bundan sonra artık hiçbir şekilde üzülmem ve kaybetmem gerekmeyecek" gibi bir şey diyemiyor. Her kara günün ardından parlak güneşin gözümüzü alacağını sanarak yaşamak için ise fazla geç kaldık. Fazla akıllandık ve fazlasıyla yaşadık. Bu yüzden, biliyoruz ki insanın başına ne gelirse gelsin, daha kötüsü her zaman bir yerlerde hazır bekliyor olabilir. Son, "kaybetmenin" bildiği bir kavram değil maalesef.

Yaşanılan her an, alınan her nefesle bir şey kazandırdığı gibi, bıraktığınız her soluk gibi her an sizden bir şeyler götürmeye pek hazır.

YEDİ GÜN BOYUNCA BİR AİLE OLARAK KALABİLMEK

"New York Times Bestseller" ifadesi, April Yayınları'ndan Eylül 2014 tarihiyle dilimize kazandırılan Jonathan Tropper'ın "Burada Ayrılıyoruz" adlı kitabının kapağında, en tepede yer alıyor.  Gerçekten de çok satmış olmasına şaşırmayacağınız bir kitap. Kitabın başkahramanı Judd Foxman'ın birinci ağızdan anlattığı bir hikaye; hüzünlü bir komedinin eşlik ettiği, karakterin başına gelen ve etrafında olan biten her şeyin katlanmanın ve gerçekliğin sınırlarını zorladığı bir dram "Burada Ayrılıyoruz". Olan bitenlerin sürekli "yok artık" dedirttiği, karakterlerin her birinin sayfalar ilerledikçe adeta daha da uçarı, saçma, komik olduğu, aynı zamanda devasa bir keder içine hapsolduğu, sürükleyici bir hikaye.

Otuzlu yaşlarının başındaki Judd Foxman, karısının kendi patronu ile olan ilişkisini çok acı biçimde öğrenir ve ardından dünyadan adeta elini ayağını çekerek, yalnızlığının ve kederinin duvarlarına sindiği bir bodrum katı kiralayarak orada yaşamaya başlar. Bizim hikayemiz ise bu ayrılışın ardındaki günlerde gelen bir ölüm ile başlıyor: Judd Foxman, vefat eden babasının son isteğini gerçekleştirmek üzere çocukluğunun geçtiği eve, aile evine gitmek zorundadır. Din konusunda kendince bir anlayışa sahip olan baba Foxman'ın son isteği, tüm aile bireylerini şaşırtacak bir dilektir: Şiva istemiştir. Musevi bir ailenin bireyi olan Mort Foxman, ölümün ardından tüm ailesinin yedi gün boyunca yasa girmesini istemiştir ve bu istek, çocuklarının yoğun çaba, fedakarlık ve en zoru da diğer aile bireylerine katlanma/sabretme çabaları içinde gerçekleştirilmeye başlar.

Her biri kendi başına birer öykünün kahramanı olacak denli renkli, yer yer sinir bozucu, acımasızlıkları ve dengesizlikleriyle bazen sınırları zorlayan ve atacakları her bir adımda Foxman ailesini tanıdıkça görebileceğiniz bazı özellikleri barındıran tüm kardeşler ve klasik "anne" modelinden oldukça uzak anneleri eşliğinde Şiva başlar. Roman, Şiva boyunca süren günleri içeriyor ve her bir bölüm, bir güne denk geliyor.

Bir ailenin yaşadıkları onlarca trajedi içinde bir araya gelme çabası ve bir kaç günlüğüne de olsa yeniden aile olabilme ihtiyacı/çabası, başkahraman ve sürekli olarak bir "kaybeden" konumunda gördüğümüz Judd'ın trajik hayatının dahi önüne geçiyor. Aralarında aşılamayacak dağların oluştuğu kardeşler arasında, çocukluktan kalan ve aile evine dönme ile yeniden şekillenen dostluk, birlik zaman zaman okuyucunun gözünü bile yaşartabiliyor.

Her bir kardeşin birbirinin zıddı olması ve yaşadıkları hayatlar arasındaki uçurumun, her birini diğerine uzaklaştırdığı ölçüde aslında yakın kılması, zıtlıkların bir araya getirdiği, ölümün tutkal misali yeniden birleştirdiği Foxman ailesine dair yapabileceğimiz çıkarımlardan biri.


Akıcı bir anlatım, günlük hayatta bir arkadaşına dert anlatıyormuş gibi gelecek size yazar. Ya da kendi kendisine konuşuyor, kendisi ve etrafı hakkında fikir yürütüyor gibi gelecek. Yazarın samimi anlatımı, çeviri bir kitap okuduğunuz halde hissedilmeyecek gibi değil. Bir kaç sayfa göz atmakla başlasa bile elinizden bırakmadan bitirebileceğiniz kadar akıcı, bu akıcılıkta payı olan güzel bir çeviri ve insanı kendisini okumaktan alıkoyamayacak denli hareketli, garip, sürprizlerle dolu, "ağlarken güldüren" bir roman "Burada Ayrılıyoruz".

Hiç yorum yok: