16 Haziran 2015 Salı

Anthony Giddens "Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori"

Bu kitaba bir başladım, bir bölüm okudum, bir kenara koydum. Başka kitaplar okudum. Bir gün bir daha açtım, az daha okudum, okurken aklıma gelen bir konu için gidip başka bir kitap okudum. Sonunda aşırı sıcaklarla cebelleşirken kitabı bitirdim. Bu kadar uzun sürede bitirmem yanıltmasın, çok güzel bir kitap, dediğim gibi kitap içinde aklınıza takılan, merak ettiğiniz konular çıktıkça araya başka kitapların karışması normal, bu da öyle bir süreçti diyebilirim. Yoksa adında "siyaset", "sosyoloji", "toplumsal teori" kelimelerinin geçtiği bir kitabın ilgimi çekmeme ihtimali yok.

Tuncay Birkan'ın çevirisiyle Metis Yayınları'nca basılan "Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori" adlı kitabında Anthony Giddens, toplumbilimin en çok öne çıkan kuramcıları arasında olan birkaç ismin görüşlerini irdeliyor; katıldığı, katılmadığı, çelişkili bulduğu ya da eksik gördüğü noktaların üzerinde duruyor.

Max Weber'de siyaset ve sosyolojiyi işlediği bir bölümle kitabın açılışını yapan Giddens, yaşadığı coğrafyanın yakın geçmişi üzerine şekillenen fikirleri çerçevesinde Weber'in işlediği ana konular üzerinden ilerliyor. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı kitabında da işlediği üzere Weber'in yönetim ve yönetilen, iktidar ve toplum arasındaki ilişki arasında kurduğu bağlar, Giddens tarafından detaylı biçimde okura sunuluyor.

Karl Marx ve Weber'in kapitalizmin gelimi üzerine görüşlerinin bir ve ayrı olduğu noktaları işleyen yazar, Weber'in bürokrasi kavramının aynı zamanda Weber tarafından insanlığın gittikçe daha da derinine batacağı bir bataklık olarak gördüğüne de değiniyor. Bu noktada, her iki ismin de aslında kapitalizme bakışında ortaklaştığı noktanın yıkıcı kısım olduğunu söyleyebiliriz sanırım.

Emile Durkheim'ın toplumsal işbölümü kavramının ağırlıkla işlendiği metinde Giddens, Durkheim'ın çağdaş toplumların en büyük özelliği olarak organik ve mekanik işbölümünü ortaya koyduğu sonucunu paylaşıyor. Aynı zamanda yazar, Durkheim'ın bu düzen içinde sınıfların ortadan kalkacağı bir toplum hayalini tıpkı Marx gibi hayal ettiğine değiniyor.

Durkheim diyince akıllara gelen bir diğer kavram olan intihar, Giddens tarafından Durkheim'ın kavrama toplumsal ve bireysel olarak yaklaştığı iki boyutu da kapsar şekilde ele alınıyor. Toplumdaki bireyi toplum içinde pasif değil, aktif ve toplumun bir yansıması olarak görüyor Giddens ve bu noktadan uzaklaştığı dönem için Durkheim'ı eleştiriyor.

Pozitivist felsefe ve pozitivizm içinde, sosyal bilimler ve fen bilimleri arasındaki durumu, düşünce akımının öne çıkan isimleri Auguste Comte ve Karl Popper'ın ağırlıklı olarak işlendiği bir bölümde aktaran Giddens, bilimsel düşünce ve bilimin pozitivizm içinde nasıl tanımlandığını aktarıyor.

Talcott Parsons'daki iktidar kavramını ve iktidar - güç arasındaki ilişkiyi inceleyen yazar, otoritenin iktidarla olan ilişkine de değiniyor. Bu durumda rıza, sorumluluk, seçme, yönetme gibi konular da ön plana çıkıyor.

Marcuse, Garfinkel, Habermas ve son olarak Foucault, Nietszche ve Marx'ın fikirlerine değinen Giddens, Foucault'nun iktidar teorisinin cinsellik ile olan ilişkisine değiniyor. Siyasi bir anlam yüklenen cinsellik üzerinden oluşturulan otoriteyle beraber aynı zamanda yazar, Foucault'nun hapishane ve akıl hastanelerini modern çağı örnekleyen unsurlar olarak sunan görüşlerine de değiniyor. Marx'ın üretim yerleri ve fabrikalar olarak işaret ettiği modern çağ sembollerinde Foucault'un hapishane ve akıl hastanelerini koymasının  Foucault'nun 19.yy ile beraber halkın gözü önünde fiziksel acı ve şovla beraber yapılan cezalandırma işleminin artık ıslah olarak değiştirildiğini belirtmesiyle olan ilgisini de vurguluyor. 

Hiç yorum yok: