Marx'ın
yabancılaşma kavramı üzerine okudukça daha da fazla ilgimi çeken bir konu oldu.
Birbiriyle ilgili bir çok durum ve kavramın yollarını kesiştirmekte sıklıkla
yabancılaşmayı kullanmaya başladım; şeyler arasındaki İlişkilerin bireysel ve toplumsal tüm yönlerini görebilmeyi
başarmak adına Marx'ın, yabancılaşma kavramını bir kilit olarak görüyorum.
Sebepleri asla düşünmeyip, görmeyip ancak ve sadece sonuçtan memnuniyet ya da
memnuniyetsizlik duymaya odaklı dünya toplumu olarak biz insanların, aradaki
bağları tanımaya bu kadar mesafeli duruşumuza bir anlam veremiyorum; o yüzden,
kimse aramak istemiyorsa da samanlığın içinde kaç iğnenin neden orada olduğunu
ve neden orada olmak zorunda olduğunu çalışmak güzel. Neyse.
New York
Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Bertell Ollmann, Marx'ın "yabancılaşma" kavramını açıklamak
için işi en başından ele alıyor ve ortaya çıkan eser, "Yabancılaşma, Marx'ın
Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı" konuya ilgi duyanlara, konuya ilgi
duyması gerekenlere ve konuyu bilenlere ve konuyu hiç bilmeyenlere; kısaca
herkese göre bir kaynak kitap olarak Ayşegül Kars'ın çevirisi ile Yordam
Kitap'tan yayınlandı.
Ollman, kitabın
ilk kısmında Karl Marx'ın kullandığı kelimelerin açık uçlu oluşuna ve farklı
okurlarca ya da çeviriler sonucunda yanlış anlamlara kayabileceği konusuna bir
netlik getirerek, Marx'ın sıklıkla kullandığı ve yakın anlamlarmış gibi
karşımıza çıkan çoğu kavramın ayrıştırıcı noktalarını vurguluyor ve Marx'ı
okumak, anlamak için kavramlar arasında bir netlik sağlıyor, sınır çiziyor. Bu
bölüm, dönüp Das Kapital'i ya da Elyazmaları'nı da okurken ihtiyacınızı
karşılayacak bir bölüm olmanın yanı sıra, Olmman'ın yeniden tanımlamalarını
yaptığı kavramlar elinizdeki kitabın ilerleyen bölümlerinde de karşınıza sıkça
çıkacağından, önemi bir de ben vurgulamak istedim.
İçsel
ilişkiler felsefesi çevresinde bireyin kendisi ve doğası ile olan ilişkisini
irdeliyor yazar daha sonra. Marx'ın doğasını kendisi dışında bulamayan varlığın
doğal olmadığı, olamayacağı ve doğal sistem içinde hiçbir noktada kendine yer
edinemeyeceği vurgusunu yaptığı bölümler bence oldukça dikkat çekici. Bireyin
yabancılaşmasının varacağı boyutu kabaca anlatıyor gibi görünse de o ifadelerde
jilet keskinliği bulduğumu belirtmek isterim. Bu bağlamda da Ollman,
Hegelcilerin öznenin dünyayı kendi nesnesi haline getirmesi ve kendisi ile bir
tutuması anlamına geldiği görüşünün de
burada altını çiziyor.
Marksist
etiğin varlığı - yokluğu sorgusunu yapan Ollmann ardından güç ve gereksinimler
konusuna geçiyor. Marx'a göre insanın bazı gereksinimleri doğal, bazıları ise
türsel gereksinimlerdir. İnsanı hayvandan ayrıştırma noktasında ise karşımıza
çıkan türsel güç ve gereksinimler oluyor bu durumda.
Doğal ve türsel
insan tanımlamalarının ardından üretim, üretim ihtiyacı, doğayla bir olma gibi
konuları ele alan Ollmann, sahiplenme kavramı, meta fetişizmi, yabancılaşma,
sermaya, emek, emek değer, değer gibi kavramları da Marx'tan alıntılar ile
sorguluyor. İnsanın toplumsal doğasından kopuşu ile beraber ortaya çıkan
yabancılaşmayı, üretim ilişkilerinin izlediği tarihsel yol ve kapitalizme
vardığı noktaya kadar aktaran Ollman, işbirliği içinde kendisi için kendi
nesnesini doğada yaratan ve yaratıcı gücünü kullanarak varlığını tamamlayan
insanın, kapitalizm ile beraber (özel mülkiyet ile başlayan sürecin ardından)
nasıl sadece rekabetçi bir hal aldığına değiniyor. Rekabeti ise yalnız farklı
sınıflar arasında değil, bir yandan da sınıflar içindeki iç çatışmalar ekseninde
değerlendiriyor. Fabrika sahibi ile rekabet içinde olan işçi aynı zamanda işe
girmek ya da işten kovulmamak için kendi sınıfından diğer işçi ile rekabet
halindedir; dışarıda giyim ve gıda için yine rekabet halindedir.....
Türsel
insanın kendisini yitirmesini, özel mülkiyetle ortaya çıkan düzenin insan
emeğindeki yabancılaşmayı ve sonunda soyutlaşmış emek ve değeri getirdiğini
belirten Marx'tan alıntılar ile ilerleyen yazar, buradan soyut kavram insanı da
inceliyor. Özel mülkiyetin, toprağa bağlı özel mülkiyetin ortaya çıkışının
yarattığı tarihsel zincir sonucunda emeğin ve tüm emek ürünlerinin
"şey"leşmesine değiniyor. Ne ürettiğini bilmeyen işçinin ürettiğine,
kapitalistin ürettirdiğine, insanların ürünlere yabancılaşması... Soyutlanma,
yabancılaşma... Emek ve nesnenin değer kazanma ya da kaybetme ilişkisi.
Bertell
Ollman, günümüzde sıkça adı anılan meta fetişizmi de kitabın bölümlerinden
birinde ayrıca ele alıyor. İhtiyacı
olmayan binlerce liralık telefonlar ile çevrenizde dolaşanlara baktığınızda,
toplu taşımada ya da bir yerde bir şeyler içerken insanların sadece ellerindeki
bu akıllı belalara odaklanmasına bakınca görebileceğiniz örnekleri gündelik
hayatta elbette mümkün olan bu kavram, metanın içeriğindeki insan faktöründen
bağımsız biçimde diğer metalarla girdiği ilişkinin bir göstergesi olarak
karşımıza çıkıyor.
Yabancılaşmış
insan ne demek; nerelere, ne şekilde yansır... Bunlar üzerinde düşünmek için
bir fırsat da veriyor. Zira 15 saat az bir maaşla çalışan bir işçinin kendini
gerçekleştirmesi ya da doğasıyla arasında bir bağ kurması nasıl beklenebilir?
İşçimiz bir otomobil fabrikasında, bir kafeteryada, bir reklam ajansında ya da
bir alışveriş merkezinde çalışıyor olabilir. Bu hiç fark etmez. Bu satırların
okurları bile çalışma hayatının kendilerinden illa ki götürdüğü bir şeyler
olduğunu fark etmiştir; çalışmıyor olsanız bile içinde bulunduğumuz sistemin
bireyler üzerinde etkisi olmaması imkansız. Bu, toplumun tamamını kapsayan bir
sorundur ve nasıl ki "politika ile ilgilenmiyorum" sözü aslında
imkansız bir ifade ise, bireyler ve doğal olarak toplumlar için de yabancılaşmadan
paçayı kurtardığını ya da kapitalizmden kaçtığını söylemek de aynı oranda
imkansızdır.
Her bir
bölümü için ayrı ayır yazıp, ayrı ayrı konuşup tartışabilsek keşke. Bir yanda
Kapital'i açık tutun, bir yanda bu kitabı okuyun. Ara ara Kapital'den ilgili
bölümleri okuyarak da ilerleyebilirsiniz. Ders tarifi verir gibi oldum. E,
lezzetli bir kitap. Ama yemedim, okudum. Tavsiyedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder