3 Haziran 2015 Çarşamba

Bertell Ollman "Yabancılaşma"

Marx'ın yabancılaşma kavramı üzerine okudukça daha da fazla ilgimi çeken bir konu oldu. Birbiriyle ilgili bir çok durum ve kavramın yollarını kesiştirmekte sıklıkla yabancılaşmayı kullanmaya başladım; şeyler arasındaki İlişkilerin bireysel ve toplumsal tüm yönlerini görebilmeyi başarmak adına Marx'ın, yabancılaşma kavramını bir kilit olarak görüyorum. Sebepleri asla düşünmeyip, görmeyip ancak ve sadece sonuçtan memnuniyet ya da memnuniyetsizlik duymaya odaklı dünya toplumu olarak biz insanların, aradaki bağları tanımaya bu kadar mesafeli duruşumuza bir anlam veremiyorum; o yüzden, kimse aramak istemiyorsa da samanlığın içinde kaç iğnenin neden orada olduğunu ve neden orada olmak zorunda olduğunu çalışmak güzel. Neyse.

New York Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Bertell Ollmann, Marx'ın  "yabancılaşma" kavramını açıklamak için işi en başından ele alıyor ve ortaya çıkan eser, "Yabancılaşma, Marx'ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı" konuya ilgi duyanlara, konuya ilgi duyması gerekenlere ve konuyu bilenlere ve konuyu hiç bilmeyenlere; kısaca herkese göre bir kaynak kitap olarak Ayşegül Kars'ın çevirisi ile Yordam Kitap'tan yayınlandı.

Ollman, kitabın ilk kısmında Karl Marx'ın kullandığı kelimelerin açık uçlu oluşuna ve farklı okurlarca ya da çeviriler sonucunda yanlış anlamlara kayabileceği konusuna bir netlik getirerek, Marx'ın sıklıkla kullandığı ve yakın anlamlarmış gibi karşımıza çıkan çoğu kavramın ayrıştırıcı noktalarını vurguluyor ve Marx'ı okumak, anlamak için kavramlar arasında bir netlik sağlıyor, sınır çiziyor. Bu bölüm, dönüp Das Kapital'i ya da Elyazmaları'nı da okurken ihtiyacınızı karşılayacak bir bölüm olmanın yanı sıra, Olmman'ın yeniden tanımlamalarını yaptığı kavramlar elinizdeki kitabın ilerleyen bölümlerinde de karşınıza sıkça çıkacağından, önemi bir de ben vurgulamak istedim.

İçsel ilişkiler felsefesi çevresinde bireyin kendisi ve doğası ile olan ilişkisini irdeliyor yazar daha sonra. Marx'ın doğasını kendisi dışında bulamayan varlığın doğal olmadığı, olamayacağı ve doğal sistem içinde hiçbir noktada kendine yer edinemeyeceği vurgusunu yaptığı bölümler bence oldukça dikkat çekici. Bireyin yabancılaşmasının varacağı boyutu kabaca anlatıyor gibi görünse de o ifadelerde jilet keskinliği bulduğumu belirtmek isterim. Bu bağlamda da Ollman, Hegelcilerin öznenin dünyayı kendi nesnesi haline getirmesi ve kendisi ile bir tutuması  anlamına geldiği görüşünün de burada altını çiziyor.

Marksist etiğin varlığı - yokluğu sorgusunu yapan Ollmann ardından güç ve gereksinimler konusuna geçiyor. Marx'a göre insanın bazı gereksinimleri doğal, bazıları ise türsel gereksinimlerdir. İnsanı hayvandan ayrıştırma noktasında ise karşımıza çıkan türsel güç ve gereksinimler oluyor bu durumda.

Doğal ve türsel insan tanımlamalarının ardından üretim, üretim ihtiyacı, doğayla bir olma gibi konuları ele alan Ollmann, sahiplenme kavramı, meta fetişizmi, yabancılaşma, sermaya, emek, emek değer, değer gibi kavramları da Marx'tan alıntılar ile sorguluyor. İnsanın toplumsal doğasından kopuşu ile beraber ortaya çıkan yabancılaşmayı, üretim ilişkilerinin izlediği tarihsel yol ve kapitalizme vardığı noktaya kadar aktaran Ollman, işbirliği içinde kendisi için kendi nesnesini doğada yaratan ve yaratıcı gücünü kullanarak varlığını tamamlayan insanın, kapitalizm ile beraber (özel mülkiyet ile başlayan sürecin ardından) nasıl sadece rekabetçi bir hal aldığına değiniyor. Rekabeti ise yalnız farklı sınıflar arasında değil, bir yandan da sınıflar içindeki iç çatışmalar ekseninde değerlendiriyor. Fabrika sahibi ile rekabet içinde olan işçi aynı zamanda işe girmek ya da işten kovulmamak için kendi sınıfından diğer işçi ile rekabet halindedir; dışarıda giyim ve gıda için yine rekabet halindedir.....

Türsel insanın kendisini yitirmesini, özel mülkiyetle ortaya çıkan düzenin insan emeğindeki yabancılaşmayı ve sonunda soyutlaşmış emek ve değeri getirdiğini belirten Marx'tan alıntılar ile ilerleyen yazar, buradan soyut kavram insanı da inceliyor. Özel mülkiyetin, toprağa bağlı özel mülkiyetin ortaya çıkışının yarattığı tarihsel zincir sonucunda emeğin ve tüm emek ürünlerinin "şey"leşmesine değiniyor. Ne ürettiğini bilmeyen işçinin ürettiğine, kapitalistin ürettirdiğine, insanların ürünlere yabancılaşması... Soyutlanma, yabancılaşma... Emek ve nesnenin değer kazanma ya da kaybetme ilişkisi.

Bertell Ollman, günümüzde sıkça adı anılan meta fetişizmi de kitabın bölümlerinden birinde ayrıca ele alıyor.  İhtiyacı olmayan binlerce liralık telefonlar ile çevrenizde dolaşanlara baktığınızda, toplu taşımada ya da bir yerde bir şeyler içerken insanların sadece ellerindeki bu akıllı belalara odaklanmasına bakınca görebileceğiniz örnekleri gündelik hayatta elbette mümkün olan bu kavram, metanın içeriğindeki insan faktöründen bağımsız biçimde diğer metalarla girdiği ilişkinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Yabancılaşmış insan ne demek; nerelere, ne şekilde yansır... Bunlar üzerinde düşünmek için bir fırsat da veriyor. Zira 15 saat az bir maaşla çalışan bir işçinin kendini gerçekleştirmesi ya da doğasıyla arasında bir bağ kurması nasıl beklenebilir? İşçimiz bir otomobil fabrikasında, bir kafeteryada, bir reklam ajansında ya da bir alışveriş merkezinde çalışıyor olabilir. Bu hiç fark etmez. Bu satırların okurları bile çalışma hayatının kendilerinden illa ki götürdüğü bir şeyler olduğunu fark etmiştir; çalışmıyor olsanız bile içinde bulunduğumuz sistemin bireyler üzerinde etkisi olmaması imkansız. Bu, toplumun tamamını kapsayan bir sorundur ve nasıl ki "politika ile ilgilenmiyorum" sözü aslında imkansız bir ifade ise, bireyler ve doğal olarak toplumlar için de yabancılaşmadan paçayı kurtardığını ya da kapitalizmden kaçtığını söylemek de aynı oranda imkansızdır.

Her bir bölümü için ayrı ayır yazıp, ayrı ayrı konuşup tartışabilsek keşke. Bir yanda Kapital'i açık tutun, bir yanda bu kitabı okuyun. Ara ara Kapital'den ilgili bölümleri okuyarak da ilerleyebilirsiniz. Ders tarifi verir gibi oldum. E, lezzetli bir kitap. Ama yemedim, okudum. Tavsiyedir.

Hiç yorum yok: