13 Haziran 2015 Cumartesi

Charlotte Bronte "Profesör"

Çoğu insanın mevcut işleyiş içinde hemen hemen kendisini tatmin eden, hayalini kuran çoğu şeyi hala yapamadığı ama şansı varsa bir şeylerin yoluna girer gibi göründüğü bir yaşta, 1855'te otuz sekiz yaşında iken ardında günümüze dek okunan, gelecekte de okunacak olan sayılı eser bırakan bir yazar Charlotte Bronte.

Kadın olmak, kadın bir yazar olmak ve tüm bunları uzun yıllar kadını resmi olarak aslında tanımayan bir coğrafyanın ataerkil, ataerkillikle güçlenen feodal düzeni içinde yapmış olmak ve bunları on dokuzuncu yüzyılın başında yapmış olmak, takdir edersiniz ki takdir edilemeyecek bir şey değil. Üzerine de, İngiliz edebiyatının öne çıkan isimleri arasına girebilmek; gerçekten değerli bir eseri ortaya koymak...

Bronte kardeşlerin benim gözümdeki yeri, buradan, 2015 yılından bakıldığında belki çoğu insan için normal ya da yeterli görünse de aslında mümkün mertebeyi pek çok kez açmış, yeri geldiğinde erkek egemen topluma doğrudan, yeri geldiğinde dünyada egemen ekonomik ve politik adımları hikaye içinde kimi zaman bir kaç vurucu cümle ile değiniyor olmaları. Charlotte Bronte de özellikle Profesör'de bir öğretmenin hikayesini anlatırken, sıklıkla sanayileşme sonrası İngiltere'nin durumunu, Avrupa'daki hakim fikirleri sıkça karşımıza çıkarıyor.

Currer Bell takma adı ile yazdığı ve vefatının ardından yayınlanan romanı Profesör, Bronte kardeşlerin genelinin bende yarattığı hisleri yaratan, okurken sizi içine çeken, (metni orijinalinden çeviren Gamze Varım'ında da değerli katkısıyla) bir hikaye.

Yirmi iki yaşındaki William Crimsworth'ün eğitimi bittikten sonra hayat tutunma çabasını Profesör'ün hikayesi.  Ailesiyle ile arasında neredeyse yok denilebilecek bir bağ olan Crimsworth'ün sanayileşme sonrası İngiltere'de burjuva - kapitalist sınıfa bir örnek olarak karşımıza çıkan abisinin yanında bir süre çalışmasıyla başlayan çalışma hayatı, kapitalist daha çok kazanırken işçinin nasıl sabit bir gelirle, sabit harcama ve sabit ihtiyaçlarla kendisini doğasında ilerlemeye değil de "sabit ve güvenli" kalmaya odakladığını görüyoruz. Kendisini yalnız ve ancak "efendisi" kapitalistin daha çok kazanması için görevine itaat ile ifade etmek zorunda kalan Crimsworth'ün işçi olarak geçirdiği belirli bir zaman ardından bariz biçimde içine düştüğü buhran, yabancılaşma kavramını okura düşündürtecektir diye düşünüyorum.

Kitapta, sürekli X...shire olarak geçen bölgedeki deyim yerindeyse hapis hayatına daha fazla dayanamayan Crimsworth'ün karşına çıkan, yörenin soylularından biri olan ancak hikaye boyunca fikirleri ile her zaman aykırı bir duruş sergileyecek olan Mr. Hundsen'in de yardımlarıyla, aldığı eğitimin verdiği güvenle başka bir ülkeye doğru yola çıkışı ile beraber de Profesör'ün asıl hikayesi başlamış oluyor. Belçika'da öğretmen, yani "profesör" olarak dil eğitimi vermek üzere bir erkek okulunda işe başlayan Crimsworth'ün yalnızlık ve öğrencilerini eğitmekle geçen günleri arasında okur olarak sürekli bir karamsarlık, bir yapayalnız ve umutsuzluk hissetmemek mümkün değil. Buna rağmen, yazarın sıklıkla kitapta ele aldığı bir kavram var ki, her durumda, her şeye rağmen karakterin içinde sıkı sıkıya tutunduğu, hüzünlü bir tutkuyla içinde yer alan bir şey; umut. Yazar, sıklıkla umut kavramını, bireyin hayattan uzaklaşmaması için tutunacağı yegane dalı işaret ediyor. (Adım Umut, biliyorsunuz =) )

Fransızlar'a da göndermeler içeren Profesör'de Büyük Britanya'da zaman zaman bir kaç küçük eleştiriye uğruyor.  Ancak asıl ağırlık, başkarakterin Flamanlar'a kısmen ırkçı biçimde yüklenişi.
Öte yandan, özellikle öne çıkan kadın karakterlerin güçlü ve sorumluluk, mevki sahibi, çalışkan insanlar (ve ilginçtir ki yazar öne çıkan bu iki kadın karakteri de Flaman yapmamış) olarak hikayede yer alıyor. Kadın karakterlerin, azim ve zeka birleşimi olan tavırları içinde kimi zaman da kadın - erkek rolleri üzerinden eleştiriler yapıyor yazar.

Evlenip eve hapsolmayı reddeden ve başarısının durağan değil, artarak ilerleyen bir kadın karakteri hikayenin can alıcı isimlerinden biri haline getiren Bronte, bir kadın olarak dönem içinde kadınlara zar zor tanınan fırsatlar içinde, kadınlara biçilen ve kafeste bir süs kuşu gibi kalmalarını amaçlayan düzenlemeler içinde Profesör ile elbette öncü bir yazar olmuş diyebiliriz - diyoruz da.

"Yazmanın kadınlara göre bir şey olmadığı" gibi saçma sapan fikirlerin kurbanı olmuş erkek egemen düzen içindeki insanlar (bakın cinsiyet ayırımı yapmıyorum), kadınların ilerleyişini her zaman "yuva"dan uzaklaşmak olarak gören zihniyetler o zamandan bu zamana kadar saklansa da, törpülense de hala yok olmadı, bu kesin. Ancak, Bronte'lere ve daha bir çok öne çıkan, bence ilk feminist kadın yazarlara bakın, o zaman bir santimetrelik ilerlemeye bile önem vermenin gerekliliği ve yolları size ışık olacaktır. 

Hiç yorum yok: