Tam
adıyla Maus Hayatta Kalanın Öyküsü, ne zamandır okumak istediğim bir çizgi
romandı. Ancak dün alabildim – cumartesi. Şansıma Arkabahçe Çizgi Roman
Dükkanı’nda Büyük Beşiktaş Çarşısı’ndaki genel bir indirim sebebiyle indirim de
vardı, hehe.
Hitler,
Nazizm, Aryan ırk saplantısı her zaman ilgimi çekmiştir. Daha önce de blog’da
bahsetmişimdir sanırım, II. Dünya Savaşı’na karşı özel bir ilgim var. Elimden
geldiğince okumaya çalıştığım bir dönem. Zira Nazizm gibi hastalıklı bir
düşüncenin, Hitler gibi insanlıktan nasibini almamış bir canlının nasıl olup da
milyonları peşinden sürükleyen –yine- hastalıklı bir ideoloji yaratıp, peşine
taktıkları insanlarla beraber milyonların katliamına sebep olduğu bende hala
soru işaretleri oluşturan, tarihin kara bir lekesidir.
Maus
da işte tam benim ilgimi çekecek şekilde, toplama kamplarına gönderilen ve her
türlü zorluğa rağmen hayatta kalan bir adamın, oğlu Art Spiegelman tarafından
çizgi roman haline getirilen öyküsü.
Art
yani Artie Spiegelman’a 1992’de Pulitzer Ödülü’nü kazandıran bu hikayede,
babası Vladek Spiegelman’ın Polonya’da başlayan öyküsünün nasıl Amerika’da
sonlandığını dinliyoruz. Bu tip hikayeler çokça filmlere, kitaplara konu oldu;
kurmaca ya da tarihi bir çok kitap ile sizin de karşınıza eminim ki çıkmıştır.
Bu yüzden hikayenin detaylarını ve içinde saklı acıyı okuyacağınız zamana
bırakayım diyorum ve ilginç noktalardan bahsetmek istiyorum.
Hikaye
Vladek’in gözünden 1930’ların ortasında, iyi bir hayatı olan bir erkeğin
gözünden, karısı Anja ile evlenmesine kadar geçen süreçten ve bu sırada
Almanlar’ın gittikçe artan tehdidi ile varlığın doruklarındaki bir ailenin
nasıl parçalanmaya ve korku ile çevrelenmeye başladığını gösteriyor bizlere.
Daha sonra, elbette tahmin edeceğiniz gibi Naziler önce ailedeki yaşlıları
alıyor, sonra sıra diğerlerine ve diğerlerine… Bu noktada ailenin küçük oğlu
Richieu’nun da trajik öyküsünden, sonundan etkilenmemek mümkün değil.
Kitabın
kapağında da göreceğiniz üzere kitapta Yahudiler fare, Almanlar kedi,
Polonyalılar domuz, Fransızlar kurbağa, Amerikalılar ise köpek olarak çizilmiş.
Kitaptaki çizimi aktarıyorum yalnızca, tekrar belirtmek isterim. Kedilerin
katil Almanlar ile özdeşleşmesi, Hitler’in gözünden Yahudi ırkının
konumlandırılmasını göstermesi açısından çarpıcı ve ilginç bir tasvir olmuş.
Kitapta
ilginç gelen bir diğer nokta ise ırkçılık gibi hastalıklı bir düşüncenin
kurbanı olan Vladek’in, Amerikalı bir zenciye karşı duyduğu önyargının bizlere
yansıdığı kareler. Bunu tıpkı benim gibi Artie ve karısı, Fransız olduğu halde
Museviliğe geçtiği için kurbağa olarak değil de fare olarak resmedilen
Françoise da yadırgıyor.
Artie’nin
babasının hayatta kalması başarısının ardında kendisini sürekli babası
karşısında yetersiz hissetmesi gibi bir durumun ortaya çıkması, kitabın bir
bölümünde Artie’nin psikoloğu ile konuşmasından anlaşılıyor açıkça. Bu da
değinmek istediğim bir diğer şeydi. Aynı zamanda bir baba – oğul ilişkisinin,
çatışmasının bize yansıdığı Maus’un temelinde bunun da izlerinin olduğunu siz
de okuduğunuzda göreceksiniz.
301
sayfa olan kitaba gece başladım, öğlen saatlerinde bitti. Tahmin ettiğimden
daha akıcı bir dil, göz yormayan kareler. Etkileyici çizimler. İçinizi kan
ağlatacak kadar gerçek ve yaşanmış katliamlar. Şimdiye dek okumadığıma
pişmanım, keşke daha önce haberim olsaydı ya da duyar duymaz gidip bu kitabı
alsaydım diyorum.
Tavsiyedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder