Beşiktaş’ta
oturmanın en güzel yanlarından biri Arkabahçe’ye, çizgi roman cennetine yakın
olmak sanırım. Hehe. Geçtiğimiz cumartesi günü yine evden çıkar çıkmaz önce
oraya uğradım, bir süredir aklımda olan ve hakkında okuduğum şeylerden sonra
pek merak ettiğim “Julia – Bir Kriminoloğun Maceraları” adlı seriye başlamak
için dükkana girer girmez Julia’ların durduğu rafa yöneldim. İyi, hoş fakat 1.
cildi hariç diğer sayıları vardı. Sorduğumda, birinci cildin basımının
olmadığını söylediler. Ben de ikinci ciltten başlarım, ne olcak, diye düşündüm.
Zaten her bir cildin içindeki hikayeler bağlantılı değil, ayrı ayrıymış.
Okuyunca ben de gördüm bunu.
Bu
kitapta da Julia’nın başından geçen, kendisinin dahil olduğu üç macera vardı.
İlk
hikaye, Görünmeyen Ölüm’dü. Nakliyesi sırasında bir hırsız tarafından neredeyse
yanlışlıkla çalınan bir fotoğraf makinesi içinde gizlenmiş bir virüsün en kısa
zamanda bulunmaya çalışılması üzerine, yüksek tempolu bir hikayeydi. Aynı
zamanda, mantık olarak benim de Julia ile tanıştığım ilk hikayeydi.
İkincisi,
Kandaki Ritim ise bence üç öykü arasında en vahşi olanıydı. Bir grup gencin
yaptığı bir katliama odaklanıyordu. (Aklıma “Them” ya da “They” unuttum adını
tam, Fransız filmi vardı,hatırlayan var mı? O geldi nedense.)
Üçüncü
öykü, Alice’in Ülkesinde’de de ise çocukları öldüren bir katilin, kullandığı
ilginç yöntemin ve çözümün peşinde görüyorduk Julia ve ekibi. Bu hikayenin
diğerlerinden ayrıştığı nokta ise Julia’nın rüyalarının da işin içine, yani
çözüme yönelik çabaları içine girmesiydi.
Hikayelere
kısaca değindikten sonra gelelim Julia’ya dair genel fikirlerime.
Öncelikle
benim beklediğim, bir kriminolog öyküsü olarak daha ziyada CSI, hatta pek
sevmesem de nedense Tess Gerittsen romanları tadında bir kurguydu. Yani bolca
tıbbı terim, derin tıbbi ve psikiyatrik analizler bekliyordum. Öyle olmadı.
Yani ben fazla abartmışım sanırım beklentilerimi. Julia’da, Julia yer yer
katilin/hedefin psikiyatrik profilini çıkarmaya çalışması haricinde ve
kovalamacanın –e tabi hikayenin kahramanı olarak- içinde yer almasının
haricinde beklediğim gibi değildi. Bu kötü mü? Hayır. Çünkü anlatım çok
sürükleyici geldi bana. Yani beklentilerimden farklı çıkmasına rağmen gayet
sevdim.
Bir
diğer nokta: Karşıma çıkacak olayda öncelikle bakış açısı Julia’nın gözünden
ibaret sanıyordum ki bu konu da da yanıldım ve katillerin gözünden de hikayenin
akışının yansıtıldığını gördüm.
Julia’nın
kişiliği ve gündelik yaşamı daha fazla yer alır sanıyordum – neden bilmiyorum
böyle sandığımı – ancak dengeli biçimde, abartıya ve derine kaçmadan kendisinin
özel hayatı hikayelere dahil oluyordu. En fazla da en sonuncu hikayede yer aldı
kişisel hayatı, kardeşiyle vs olan ilişkisi.
Özetle,
kendini hızla okutan, hareketli, kovalamacası, macerası bol bir dünya Julia’nınki.
Bir günde bitiverdi kitap. Cumartesi gecesine yakıştı da. Diğer kitapları da
alacağımdan eminim ayrıca. Tavsiye eder miyim – elbette.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder