Perdido
Sokağı İstasyonu’nu okuduktan kısa bir süre sonra Yara’nın Türkçe olarak
yayınlanmasını kendi şansım sayarak, kitabı elimden geldiğince kısa sürede
alıp, çalışma saatlerim yüzünden haftaiçi okuyamayarak bir hafta gibi bir
sürede bitirdim. Okuyamadığım günler resmen “eve gitsem de Yara’yı okusam
artık” diye içten gelen sessiz çığlıklarımla günü geçirirken, bitirmek
genellikle olduğu gibi ancak hafta sonu mümkün olabildi.
Perdido
Sokağı İstasyonu’nunda (kitabı okumayanlar için ipucu vermekten kaçınmaya
çalışarak) en çok ilgimi çeken karakter Yagharek’ti ve tüm serinin onun üzerine
odaklanacağını düşünmek gibi bir hataya kapıldım. Belki Yara’yı okumayanlar
şimdi bu yorumumla bir sürprizi mahvettiğimi düşünüyor olabilir ancak elimde
değil, Yara’dan bahsetmek için illa ki konuyla ilgili bir şeyler söylemek
durumundayım ve evet, Yagharek yok kitapta!
Hikaye,
birinci kitabın devamı olan bir zaman dilimde geçse de aslında bize Bas-Lag
tarihine dair bir çok ayrıntıyı veriyor, geçmişe dair ilk kitapta belki
aklımıza bile gelme ihtimali olmayan konular üzerinde detaylı anlatımlara
giriyor. Şöyle ki ilk kitapta karşımızda kanlı canlı dikilen bir şehri inşa
eden China Mieville adlı dahi, bu kitapta yeni bir şehir (birazdan detaylarına
gireceğim ancak bu şehir “yüzen” bir şehir) yaratırken, aynı zamanda engin
denizleri içinde nerede ne olduğunu bize anlattığı Bas-Lag’ın neredeyse geneli
üzerinde bir haritayı, kitap boyunca biz denizde ilerlerken çiziyor ve yine
gözümüzde canlandırmak konusunda bir sıkıntıya düşmüyoruz.
İlk
kitaptaki karakterlerdenj biriyle kitapta göreceğiniz bir bağı olan Bellis adlı
karakterin, Yeni Croubzon’dan, sebebini Yara’nın ilerleyen sayfalarında
göreceğiniz bir sebepten dolayı kaçmak üzere bindiği ve yeni bir ülkeye doğru
giden Terpsikor adlı gemideki yolculuğu ile başlıyor kitap. Aynı zamanda araya
farklı karakterlerin, yaklaşan bir tehlikenin ya da hücumun gözünden de
sayfalar giriyor okudukça.
Bellis’in
sıkça yazdığı mektubunun haricinde olan biteni gözlerinden gördüğümüz bir çok farklı
karakter kitapta yer alıyor. Odaklanılan nokta her zamanki gibi tek bir
karakterin bakış açısında kalmıyor; ilk kitapta da böyleydi. China Mieville
kendi dehasını kurguladığı bir çok karakteri kanlı canlı bizlere sunmakta
kullanmakta elbette – doğal olarak – her zamanki gibi bir usta. Tıpkı
kurguladığı Armada şehri gibi.
Terpsikor’un,
yolu bir şekilde, kitapta göreceğiniz şekilde Armada adlı bir şehir ile
kesişiyor ve bu şehir suyun üzerinde giden, birbirinden farklı gemilerin
birleştirilmesiyle oluşturulmuş, farklı bölgeleri ve bölgesel yönetimleri olan,
aslında ise Sevgililer’in yönetimindeki bir şehir. Ve bu şehrin bir amacı var;
Sevgililer’in bir planı var ve neredeyse kitap boyunca sağ gösterip sol
vurarak, farklı sonuçlara çıkan farklı aldatmacalarla, sürekli olarak yanlış
hedefe odaklanılarak fakat en sonunda gerçeğe ulaşılarak anlaşılan bir hedefi
var Sevgililer’in. Bunu bilen de yalnızca gizemli karakterl Uther Doul ve
Sevgililer.
Adım
adım yanlıi hedeflere yöneliyor, yanlış kişilerden yanlış sebeplerle
kuşkulanıyordum fakat yine kitabın sonunda karmaşık bir çok durumu “hadi yaa”
diye algılamayı başarıp çözüme kavuşabildiğim bir bölüm var. Gayet aydınlatıcı
oldu açıkçası. Alttan alta yürüyen gizli planlar ve amaçların ötesinin de
ötesini bu açıklamayla anlayabildim mesela.
İşin
içine neredeyse polisiye – macera unsurlarının, ajan hikayelerinin de girdiği
Yara’da beni en çok meraklandıran konu “Yara ne?” oldu. Okurken acaba ben mi
atlıyorum, ben mi anlamıyorum diyerek farklı farklı şeyleri soyut olarak “yara”
ile özdeşleştirdiğim gibi, yeri geldi Sevgililer’in “yara”larını da “yara”
sandım. Fakat sonunda gördüm ki gerçekten alakasız sularda dolanmışım.
Armada’nın
toplama ve biriktirme – yığma bir devlet olmasının haricinde, vatandaşlarının
ırksal çeşitliliği de açıkçası Yeni Croubzon’u aratmıyor; Tekraryapımlar,
kaktüs adamlar, kepriler gibi aşina olduğumuz, ancak yanlış hatırlamıyorsam ilk
kez bu kitapta karşılaştığımız yüreklikabuklar gibi yeni ırklar da hikayedekj
diğer unsurlardan.
Sürekli
China Mieville’i övmek, sürekli kendisinden bahsetmek istediğim şu günlerde, şu
hayatta sizlere son satırlarımda kendisine ne kadar hayran olduğumu anlatmak
yerine şöyle bir şeyle bitireyim diyorum; Yordam Kitap’a kaç mail atmamız lazım
ki bir an önce üçüncü kitabı da çevirsinler?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder