28 Ekim 2013 Pazartesi

Philip K. Dick "Karanlığı Taramak"


Karanlığı Taramak (Scanner Darkly) aslında benim üniversitenin ikinci yılında izlediğim bir filmdi. Kitaptan, Philip K. Dick kitabından uyarlama olduğunu biliyordum ancak uzun zaman – nedense – gidip kitabı da okuyayım demedim. Ancak bu yıl okuma şansım oldum. İyi ki de oldu, çünkü filmin büyük kısmını unutmuşum. Öyle ki finali benim için sürpriz oldu. Böyle de süper bir hafızam vardır işte. Yaşlanıyorum. (Kitabı okuyup, üzerine filmi izleyin derim. Film, özel bir teknikle çekilmiş ve Robert Downey Jr., Barris karakterini mükemmel canlandırmıştı.)

Karanlığı Taramak, D maddesi adlı bir uyuşturucunun tüm Amerika’yı sardığı ve önlenemez bir sorun halini aldığı bir dönemde geçiyor. Bağımlılığın yok edilmesi için açılan tedavi merkezleri haricinde mücadelenin içinde asıl olarak devletin kendisi yer alıyor. Bunun için kurulan özel ekipler var ve bu ekiplerin en büyük özelliği (ya da aslında polisin en büyük özelliği) özel bir kıyafet giymeleri; bu kıyafet sayesinde giyen kişi sesten tutun da görünüşe kadar zerre ipucu vermiyor karşı tarafa. Böylece Fred adlı görevli, işinin başında, elbisesinin içinde ve Bob Arctor adlı bir D maddesi kullanıcısının, satıcı olduğundan şüphelenilen adamın peşinde çalışıyor. Her şey yerinde, takip ilerliyor. Burada garip bir şey yok, bir kaçan bir kovalayan var derseniz; Bob ve Fred aynı kişi der ve çekilirim.

Uyuşturucuya gömülü bir halde yaşayan, aynı evi paylaşan arkadaşlar Fred ve ekibinin böylece gözetimi altına giriyor. Barris adlı bence kitaptaki Bob’dan sonra en ilginç olan karakter de dahil olmak üzere kendileri dahil etraflarındaki tüm insanlar uyuşturucuya batmış durumda. Kurtulmaya yönelik en ufak bir çaba olmaması, kurtulma için yönlendirilecekleri ya yollanmak zorunda kalacakları merkezlerin kötü şöhretleri ve kimliği yok ederek yeni bir “siz” yaratmaya yönelik, bir şekilde bence insanları adeta “patatese” çevieren yöntemleri de bu bataktan kurtulmaya pek de hevesli olmamalarının bir sebebi.

Hikayenin kabaca hatlarını çizdiğimi düşünüyorum; uyuşturucu mücadelesindeki devletin kendi kendisini takip etmek zorunda kalan bir müptelası/görevlisi. Üstelik bunun bilen elbette yalnız kendisi. Üstelik kendi çevresinden birinin ya da birilerinin sürekli kendisini “öldürmeye çalışmasına” ya da “zarar vermeye” çalışmasına maruz kalıyor fakat bunun kim olduğu belirsiz.

Zamanla iş çığrından çıkıyor ve Bob’da bariz bir dissosiyatif bozukluk belirtileri görmeye başlıyoruz. Kendi kendisinden haberdar olabilmek için evine yerleştirilen gizli kameralardan kendisini izleme ihtiyacı duymaya, Bob’un ne yaptığına dair kendisini sorgulamaya başlayan bir Fred görüyoruz. Öyle ki karakter neredeyse gerçekten bir ikiye bölünme yaşıyor ve Philip K. Dick’in muhtemelen kendi hayatından – çevresinden de gözlemleyerek kağıda döktüğü üzere uyuşturucunun etkisi altındayken ortaya çıkan, gerçekliğin ve kurgunun bir araya gelip karman çorman olduğu zamanlarda neredeyse Fred olarak, olan biteni “bu adam ne yapıyor” şeklinde izler buluyoruz kahramanımızı.

Özellikle dissosiyatif bozukluk muzdariplerinin okumasını, kendilerinde gördükleri benzer durumları görmelerini isterdim. Bu bazen aslında bir şeyleri “daha normal kılabilmek” için işe yarayabiliyor. En azından benim fikrim bu. Anormal bir insansanız kendiniz haricinde bir örnek daha görebilmek, bir şekilde gerçek hayattan da pay taşıyan bir hayatın yansıdığı bir kitaba göz atmak buna yardımcı olabiliyor; demek ki ben o kadar anormal değilim, çıkarımıyla aslında “normal” içinde yer aldığınızı görebiliyorsunuz. (Normal ve anormal kavramlarını kullanışım üzerine uzun uzun konuşmak isterseniz bir mail atmanız ve kendi fikirlerinizi öne sürmeniz yeterli.)

Gerçek kurguya, kurgu gerçeğe, gerçek belirsizliğe, belirsizlik gerçeğe dönüşüyor; korkular sanrıları sanrılar gerçekleri doğuruyor, uyku gerçeği örtüyor, yaşam karman çorman oluyor, Bob kendi gerçeğini yitiriyor, Fred Bob’un gerçeğini arıyor…

Yazarın şizofreni hastası olduğunu, uyuşturucu deneyiminin var olduğunu da hesaba katarsak, anlatımda neden bu denli güçlü bir dil olduğunu da biraz daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum.

Diyeceğim şu ki Philip K. Dick’i çok seviyorum; çünkü onu anlayabiliyorum. Çünkü o da beni anlayabilirdi ve işte bu yüzden tüm sevdiklerim ölüler diyorum.

Hiç yorum yok: