8 Ocak 2015 Perşembe

Juliet Mitchell "Kadınlar: En Uzun Devrim"

Sosyalist bir feminist olan Juliet Mitchell'in Kadınlar: En Uzun Devrim adlı eseri, "Feminist Kitaplık" serisine hayran olduğum Agora Kitaplığı tarafından yayınlanan bir makale.

Özellikle Marksist teori ve feminizm üzerine olan bu çalışmada Mitchell, sosyalist teori içinde kadın konumunu ele alıyor.          

Toplumun üretim sürecinden tutun da ev hayatına kadar sürekli geri plana itilmeye ve sömürülmeye çalışılan kadınların, ileri sanayi toplumları ya da gelişmekte olan ekonomiler içindeki konumu hakkında fikirlerine yer veriyor. Kadının "aile"den ibaret olan bir dünyaya hapsetmeye çalışan ataerkil ve haliyle ataerkil bir ekonomi sonucu oluşan (ya da bu ekonomik işleyiş sonucu ataerkilleşen) düzene olan sorgusunda yazar, "doğal olan budur" diye kadına sunulan ve sürekli yeniden yapılandırılan bu çarpıklığa eleştirisini getiriyor.

Kadının toplumda aile içinde neredeyse en pasif ve naif rollere yönlendirilmesi, bu güçsüzlük atfedilen durumlar için ise "fiziksel durumunun erkek karşısında yetersizliğinin" kullanılması konusunda yer alan çıkarımlar muhteşem. Kısa, net. Uyanır ya da uyumaya devam edersiniz.

Haricinde, sosyalizm ekseninde durumu ele alan bu metinde yine sosyalizm içinde kadın sorununun yetersiz biçimde işlenmesine de vurgu yapıyor yazar. Örneğin "yoldaş" hitabının bile ataerkil düzen pekiştirici bir ifade olarak kullanılması, sosyalizm için getirilen eleştirilerden birinin sebebi olarak sunulabilir. Zira akrabalık, kan bağı, aile kurumu gibi kadının sürekli sömürülmesinin desteklendiği iddiasında sunulan bu kurgu içinde o ifade bile sorgulanmaya açık hale gelebiliyor. Bana ilginç geldi, baya baya bu cümleyi okuyana kadar bunu düşünmemiştim.

Marx ve Engels'in aile ve kadın üzerine olan düşüncelerinden alıntılar yapan yazar, benim sürekli takıldığım bir noktaya da metinde yer veriyor. Engels'ten alıntılanan bu bölümde kısaca, kadınların kurutuluş yolunun üretim sürecine dahil edilmek olduğu belirtiliyor. Benim takıldığım ve muhtemelen bir çok insanın da takıldığı nokta ise Engels'in kadını toplumsal sanayi alanına sokma çabasının, kadın için bir kurtuluş olarak sunulmasına rağmen sonunda gidip Marx'ın yabancılaşma kavramına varması ve kadın için bir negatif durum daha yaratması.
Simone de Beauvoir'nın gözünden kadın ve özel mülkiyet kavramını irdeleyen yazar, kadın ve erkeğin biyolojik konum farklılıklarına değiniyor; daha doğrusu bunları sorguluyor.

Sosyalizm içinde kadın hareketine "saygıyla" ve "babacan bir tavırla" yaklaşan erkeklerin, kadın hareketine karşı ister ya da istemez biçimde aldıkları tutumun ataerkilliğini vurgulayan yazar, bunun yanında Marksist sosyalist feministlerin bu sistem içinde hala aktif biçimde çalıştıklarının da altını özellikle çiziyor.

Feminizmin doğuşunun ilk sömürülme, yani ilk iş bölümü ile başladığını belirten Mitchell, maddi temelli üretim sistemi üzerindeki ataerkilliğin bilimsel güçle yenilebileceğini belirtiyor.

Kadınların dünya üzerindeki durumunun geçmişten günümüze nasıl ulaştığı konusunu farklı başlıklar altında ele alan yazar, üreme ve üremeye teşvik üzerine yazdığı bölümler ile bence özellikle bugünlerde - kesinlikle - okunmalı. Kadının vasfının üreme ile sınırlandırılmaya ne kadar yaklaşıldığı ve bu ataerkil düzen içinde kadının bu konumu yegane mutluluk aracı olarak görme yanılgısına kapılması durumunu işliyor Mitchell.

Ataerkil düzenin doğum kontrolü üzerinde uyguladığı yönetimle kadınları düşürdüğü konumun işlenmesiyle sona yaklaşan Kadınlar: En Uzun Devrim, bir saat içinde bile içinizde bir şeyleri sorgulamaya itecek denli bir eser. 

Hiç yorum yok: