Sosyalist
bir feminist olan Juliet Mitchell'in Kadınlar: En Uzun Devrim adlı eseri,
"Feminist Kitaplık" serisine hayran olduğum Agora Kitaplığı
tarafından yayınlanan bir makale.
Özellikle
Marksist teori ve feminizm üzerine olan bu çalışmada Mitchell, sosyalist teori
içinde kadın konumunu ele alıyor.
Toplumun
üretim sürecinden tutun da ev hayatına kadar sürekli geri plana itilmeye ve
sömürülmeye çalışılan kadınların, ileri sanayi toplumları ya da gelişmekte olan
ekonomiler içindeki konumu hakkında fikirlerine yer veriyor. Kadının
"aile"den ibaret olan bir dünyaya hapsetmeye çalışan ataerkil ve
haliyle ataerkil bir ekonomi sonucu oluşan (ya da bu ekonomik işleyiş sonucu
ataerkilleşen) düzene olan sorgusunda yazar, "doğal olan budur" diye
kadına sunulan ve sürekli yeniden yapılandırılan bu çarpıklığa eleştirisini
getiriyor.
Kadının
toplumda aile içinde neredeyse en pasif ve naif rollere yönlendirilmesi, bu
güçsüzlük atfedilen durumlar için ise "fiziksel durumunun erkek karşısında
yetersizliğinin" kullanılması konusunda yer alan çıkarımlar muhteşem.
Kısa, net. Uyanır ya da uyumaya devam edersiniz.
Haricinde,
sosyalizm ekseninde durumu ele alan bu metinde yine sosyalizm içinde kadın
sorununun yetersiz biçimde işlenmesine de vurgu yapıyor yazar. Örneğin
"yoldaş" hitabının bile ataerkil düzen pekiştirici bir ifade olarak
kullanılması, sosyalizm için getirilen eleştirilerden birinin sebebi olarak
sunulabilir. Zira akrabalık, kan bağı, aile kurumu gibi kadının sürekli
sömürülmesinin desteklendiği iddiasında sunulan bu kurgu içinde o ifade bile
sorgulanmaya açık hale gelebiliyor. Bana ilginç geldi, baya baya bu cümleyi
okuyana kadar bunu düşünmemiştim.
Marx ve
Engels'in aile ve kadın üzerine olan düşüncelerinden alıntılar yapan yazar,
benim sürekli takıldığım bir noktaya da metinde yer veriyor. Engels'ten
alıntılanan bu bölümde kısaca, kadınların kurutuluş yolunun üretim sürecine
dahil edilmek olduğu belirtiliyor. Benim takıldığım ve muhtemelen bir çok
insanın da takıldığı nokta ise Engels'in kadını toplumsal sanayi alanına sokma
çabasının, kadın için bir kurtuluş olarak sunulmasına rağmen sonunda gidip
Marx'ın yabancılaşma kavramına varması ve kadın için bir negatif durum daha
yaratması.
Simone de
Beauvoir'nın gözünden kadın ve özel mülkiyet kavramını irdeleyen yazar, kadın
ve erkeğin biyolojik konum farklılıklarına değiniyor; daha doğrusu bunları
sorguluyor.
Sosyalizm
içinde kadın hareketine "saygıyla" ve "babacan bir tavırla"
yaklaşan erkeklerin, kadın hareketine karşı ister ya da istemez biçimde
aldıkları tutumun ataerkilliğini vurgulayan yazar, bunun yanında Marksist
sosyalist feministlerin bu sistem içinde hala aktif biçimde çalıştıklarının da
altını özellikle çiziyor.
Feminizmin
doğuşunun ilk sömürülme, yani ilk iş bölümü ile başladığını belirten Mitchell,
maddi temelli üretim sistemi üzerindeki ataerkilliğin bilimsel güçle
yenilebileceğini belirtiyor.
Kadınların
dünya üzerindeki durumunun geçmişten günümüze nasıl ulaştığı konusunu farklı başlıklar
altında ele alan yazar, üreme ve üremeye teşvik üzerine yazdığı bölümler ile
bence özellikle bugünlerde - kesinlikle - okunmalı. Kadının vasfının üreme ile
sınırlandırılmaya ne kadar yaklaşıldığı ve bu ataerkil düzen içinde kadının bu
konumu yegane mutluluk aracı olarak görme yanılgısına kapılması durumunu
işliyor Mitchell.
Ataerkil
düzenin doğum kontrolü üzerinde uyguladığı yönetimle kadınları düşürdüğü
konumun işlenmesiyle sona yaklaşan Kadınlar: En Uzun Devrim, bir saat içinde
bile içinizde bir şeyleri sorgulamaya itecek denli bir eser.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder