29 Nisan 2013 Pazartesi

Ketil Bjornstad "Düşüş"


Okuduğum ikinci Ketil Bjornstad romanı ve kesinlikle söyleyebilirim ki Türkçe’ye çevrilmeyen her eseri bizim için bir kayıp. İlk kez 2006 yılında, Eskişehir’de okurken “Müzik Uğruna” adlı şahaserini (evet, aynen böyle çünkü) okumuştum, sonrasında arayıp da bulamadığım Düşüş’ü okumam ise yedi yıl sonrayı buldu. (internetten kitap alışverişi yapmaya bir yıl önce başladım çünkü)

Büyük bir sanatçı olduğunda sanırım dünyanın geri kalanı ile hemfikir olduğum Bjornstad’ın Düşüş’ünde, soyadı da kitaba adını veren (Norveç dilinde de Fall, düşüş anlamına geliyormuş zira) Erling Fall ile tanışıyoruz. On dört yılını beraber geçirdiği eşi Merete Bover’in kendisini bir başka erkek, üstelik Fall gibi bir yargıcın yanında – Fall’ın gözünden bakarsak – lafı bile edilemeyecek olan bir gitarist için boşaması ardından, kendisini, hayatını ve evliliğini gözden geçirmeye başlayan Fall, kelimenin tam anlamıyla bir düşüş yaşıyor, hem de öyle böyle değil. Karısını bir türlü unutamayan, her anında onu düşünen, bu terk ediliş akabinde tüm evliliğinin her saniyesini acıyla anımsayan Fall, karısını taciz etmekle de suçlandığını öğreniyor. Sonu gelmeyen telefon aramalarından rahatsız olan Merete Bover, Fall’dan şikayetçi oluyor.

Erling Fall, hayatı boyunca adil davranmaya, doğruya karar vermeye ve adaleti sağlama yükümlülüğünü hakkıyla icra etmeye çalışan bir adam olarak, uğradığı adaletsizliğin ardından bir çıkmaza giriyor. Tam da bu sırada işinden izin alıyor ve yolu okul arkadaşı, milyoner Gudmund Kværland ile karşılaşıyor. Fall’ın aksine, baskın ve güçlü bir karakter olan Kværland’ın tüm masrafları karşılaması ve iknası ile beraber, bir “tomar” adamla beraber Himalayalar’a tırmanmaya karar veriyor. Kendisi gibi bir çok konuda “yenik” durumda olan ve kendisini ispatlama çabasına girmiş bir erkek grubu ile beraber sonunda içlerinden birinin acı kaybı ile sonuçlanacak, ancak zirveyi de görecekleri (Fall zirveye tırmanmayan kısımda yer alıyor olsa da) bir gezinin ardından, “hayata bir şeyleri ispatlamayı başarmış orta yaş üzeri erkekler” olarak geziden dönüyorlar.

Bu gezinin bir tür sınama tarafının da olduğunu Fall daha sonar anlıyor; öyleki durgun ve sessiz mizacı altında fırsatları görme ve gereken darbeyi en iyi zamanda indirebilme özelliği Kværland tarafından farkedilen Fall, görevinden ayrılarak Kværland şirketlerinde danışman olarak çalışmaya başlıyor. Hayatına girecek olan ikinci kadın, Sophia Lee ile de işte bu işinin sebep olduğu bir gezi sırasında, uçak yere inmeden hemen önce rüyasında Merete Bover’i öldürmesinin dehşetinin ardından tanışıyor.

Merete Bover’i iki yılın ardından öldürmesi ile içinde bir şeylerin, o dayanılmaz acının dindiğini görmesinin ardından gelen süreçte, kendisinden yaşça küçük ve onu hakedecek ne yaptığını bilmediği bir kadınla tanışmasının ardından düşüşün son bulduğunu düşünmek gibi bir hataya okurken kapılmadım.

Kapitalizmin görkemini yaşayan zengin Norveç’li Kværland ile çalışan ve hatırı sayılır bir para kazanmaya başladığı dönemde, komünist bir anne babanın kızı olarak, komünizmi savunan ve bunu kapitalizmi yerden yere vurarak yapmaktan – doğal olarak – çekilmeyen Sopjie Lee ile tanışmasının ardından, aradığı mutluluğu/hak etmek için ne yaptığını bilmediği mutluluğu tadan Erling Fall’ın geçirdiği ruhani değişime satırlarda şahit olsak da, hikaye boyunca sure gelen bir “rahatsızlığın” olduğunu da göz ardı etmek mümkün değil.

Bir “hiç” olarak tanımlandığı karısı tarafından tepe taklak olacak bir sürece itilen Fall’in düşüşünde, kabusunda Merete Bover’i öldürdüğü ana kadar yaşadıklarının, en azından “mutlu bir ilişki ile silinemeyecek” kadar uzun vadeli sonuçları olacağını kestirmek mümkün. Ancak bir aldatmanın ardından yitirilen değerlerin, ileriki bir “mutluluk” durumunda nasıl geri dönüşlere sebep olabileceğini de işte Düşüş’ün son sayfalarında göreceksiniz. Öylesine bir etkisi oluyor ki Merete Bover ve yaptıklarının, belki siz de benim gibi okurken Erling Fall’e inanamayacaksınız.

Merete’e olan sevgisi ve onu mutlu etme isteği yüzünden bir kısırlaştırma ameliyatına razı olan (Merete Bover’in kendisi uğruna terk ettiği eski kocasından olma iki kızı bulunmakta) ve onun kızlarına iyi bir baba olan Fall, bir kadını mutlu etmek ve elinde tutmak için yer yer bocalayan bir tavır sergiliyor. Bunu da kendi içe kapanıklığı ve evlendiği Çinli kadın ile Norveçli bir erkek olarak kendisi arasında oluşması muhtemel kültür  farkına yoruyor zaman zaman.

Düşüş boyunca tesadüfen bulduğu bir çalıya, ardından bir çalıya ve bir çalıya daha tutunuyor Fall. Kværland (burada belki roller değişik, tutunan ya da tutunulandan ziyade “yöneten Kværland”), Sophia Lee, Schubert…

Uzun zamandır okumak istediğim bu kitabı neden daha önce alıp okumamışım, bilmiyorum. Öyle bir anlatım, öyle yoğun ve derinlemesine sunulan bir insane portresi ki, her bir hücresine kadar işleyen fikirlerini dikizlediğiniz Erling Fall sanabilirsiniz kendinizi okumaya bıraktığınızda. Onunla aynı adımları atıp, aynı korkuyu ya da suçluluğu duymaya başladığınızda, kitap sizi içine hapsetmiş demektir. Şanslı bir hapislik. Zira içine düşeceğiniz dünya okuduğum en iyi yazarlardan birinin yaratımı.

Hiç yorum yok: