Toplumsal
cinsiyet rollerini şekillendiren ekonomik gelişmelerin ilk adımının ardından
kadın, erkeğin koyduğu kurallar içinde, erkek egemen ideoloji ve erkeğin
mutluluğu için bir metaya dönüştürüldü. Kadını evin içine, "yuva"
ideali etrafında uydurmadığı masal kalmayarak hapsetmeye çalışan düzenin içinde
kadın, "ev köleliğine" doğru sürüklendi. Çalışmaya hayatı olarak
sunulan ve bireyin kendine yabancılaşması ve sistemin yaşaması için "bireyi"
yok eden düzen içinde ise kadına iş hayatı kapıları açıldı. Artık köleliğinin
sınırları evden de taştı; erkek egemen
kapitalizm içinde, makineleşmenin de artmasıyla zamanında köle olarak yerden
yere vurulan kadın, artık makineler arasında da günün yarısı boyunca sıkışan
bir köle haline geldi.
Toplumun
kadını ezme konusundaki azmi ve ayrı kutupları bile kadına karşı
birleştirmedeki bu akıl almaz elbirliği, toplumsal cinsiyet rollerinin
belirlenmesinde de büyük rol oynadı elbette. Erkeğin rolü tanımlanırken doğal,
kadının varlığı tanımlanırken "toplumsal cinsiyet" kavramı öne çıkar
oldu. Toplum, kadını ancak ve sadece "şekillendirmeye" çalıştı.
Bu
şekillendirmeyi de "anne", "eş", "işçi" gibi
belli başlı tanımlar altına kadını zorla sokmaya çalışarak yaptı. Öyle ki
başarının "çalışan bir anne" olmak gibi ele alınabildiği, kadının
başarısının ille de "çocuk doğurma özelliğini aktif ve verimli bir biçimde
kullanma" ile ölçüldüğü düzen içinde kadın, sebebini bilmeden evlenmeye,
sebebini anlamadan çocuk sahibi olmaya başladı.
Sahi, neden
çocuk sahibi olunması bir ihtiyaç, çocuk istememek ya da çocuk sahibi
olmamak/olamamak "ah vah tüh tüh"lük bir durum haline geldi?
Corianne
Maier, "Çocuk Yapmamak İçin 40 Neden: No Kid" adlı kitabında,
toplumun çocuk sahibi olmak, olmak istemek ve olamamak üzerine sahip olduğu
sebepsiz yargıları irdeliyor. Herkesin birbirine neden "tavsiye
ettiği" çocuk sahibi olmanın aklınıza geldiğinde belki de kovduğunuz tüm
kötü yönlerini bir bir sıralıyor yazar. Kendisinin de iki çocuklu bir anne olduğu
gerçeğini de göz önüne alırsak, neden bu denli sağlam bir inançla kitabındaki
kırk maddeyi yazdığını da daha iyi anlayabiliriz.
Tüketim
kültürünün devamlılığı için vazgeçilmez bir unsur olan, çünkü daha çok ve daha
çok tüketici yaratmaya yarayan çocuk sahibi olma üzerine çocuğun gözünden ya da
ailenin gözünden, çocuklu ailenin yanındaki çocuksuz birey gözünden bir çok
örnek durumla maddeler detaylandırılmış.
Topluma
dahil olmak için çocuk doğurmak gerektiği gibi garip bir inancın olduğunu siz
de fark etmişsinizdir; Maier de zaten ilk maddenin giriş paragrafında bundan
bahsediyor. Çocuk sahibi olma isteğini sıradanlık olarak gören yazar, ideal
çocuk ve ideal aile portreleri çizilerek kapitalizm içinde kadının
"anne"ye dönüştürülme çabalarına da (fakat iki çocuklu bir anne
olarak) kafa tutan bir metin ortaya koyuyor.
Yer yer cidden sert bir
dille durumlara karşı tavrını belli eden yazarın, bireyin çocuk sahibi olduktan
sonra yaşadığı değişim ve kaybettiği her şeyi, çocuğu olduğunda ancak ne zaman
yeniden kendisini "bulabileceği" gibi bir konuyu da sorgulayarak ele
alıyor. Ebeveynlerin bir süre sonra "çocuk büyüse de evden gitse
artık" tavrına değiniyor.
Son olarak, kitabı
beğendim. Çocuk sahibi olmadığım ve olmak istemediğim için olabilir. Çocuk
sahibi olmamak mı, aaaa nedeeen? sorusuyla her karşılaştığımda "ay yook
şimdi öyle diyorsun ama bak ileride fikrin değişir" gibi akıl almaz bir
yorumla, inatla iknaya çalışıldığım her andan nefret ettiğim için olabilir.
Toplumdaki bu sebepsiz "çocuk yapılmalıdır" algısını biraz olsun
değiştirebilsek keşke. Bireyin çocuk sahibi olma ya da olmama HAKKININ
varlığını kavrayabilsek ve herkesin ataerkil kapitalizmi sevmek, ona yeni
bireyler yetiştirmek istememe HAKKININI da düşünsek.
2 yorum:
Bu kitap tam benlikmiş :) Güzel bir kitap yorumuydu, teşekkürler.
@ Kitapsız Kedi: Ben de kitabı çok beğendim, yorumunuz için de teşekkür ederim :)
Yorum Gönder