20 Ekim 2015 Salı

Françoise Sagan "Brahms'ı Sever Misiniz?"

Yine kütüphanede alacağım kitapları aldıktan sonra bir kitaplık daha ödünç alma hakkım olduğu için aceleyle daha çok romanların olduğu rafların oraya kendi atmam sonucu aldım bu kitabı dün.

Kitap pek uzun değil, hatta kısa. O yüzden gece ders çalışmayı bitirince okumaya başladım, uyumadan önce de bitti. Sabaha okumam gerekmesin diye gözümden uyku aksa da bitirip öyle yattım daha doğrusu.

Paule adındaki kadın kahraman, uzun süredir beraber olduğu Roger ile aslında yalnız olduğu bir ilişkinin içinde ve beklentilerini manevi anlamda karşılayamadığı bir süreci yaşıyor. Bunu nereden anlıyorsun, derseniz, anlamak oldukça kolay. Uzun süreli bir ilişkisi olmasına rağmen yalnız yaşlanacağından, yalnız kalacağından aslında, bu bağlamda doğal olarak aslında şu an yalnız olduğunu düşünüyor. Otuz dokuz yaşında oluşu, artık genç olmayışı ve "bu hayatın nereye gideceği" konularında bir buhran yaşıyor da diyebilirim.

Bu süreç, hikayenin hemen başınd Paule'nin işi sebebiyle tanıştığı bir kadının oğlunun, yirmi beş yaşındaki genç Philip'in hayatına girmesi ile değişiyor. Paule istese de istemese de yolları sürekli kesişen bu gençle, Roger'nin özgürlüğüne düşkünlüğünün özgürlük boyutunda aldatma boyutuna geçmesi gibi alakasız bir evrim geçirmesi sonucunda zaman geçirmeye, Philip'in kendisine olan ilgisine ilgi göstermeye başlıyor.

Bir ilişkinin zor zamanlarında beliriveren üçüncü kişi hikayelerinde sıklıkla görebileceğiniz bir süreç başlıyor böylece de.

Kitap 1961 yılında sinemaya da uyarlanmış, zira pek satan bir kitap olmuş zamanında ve ses getirmiş. Ingrid Bergmand'ın da kadrosunda olduğu film de başarılı olmuş zaten.

Kitabı beğenmedim demiyorum ancak pek bu tarz hikayeler okumayı sevmediğimden tavsiye edip etmeme konusunda kararsızım. Böyle sancılı durumların hikayelerini duymayı, dinlemeyi ya da izlemeyi hiç sevmem, bu bir film olsaydı kapatırdım ancak kitap olduğu için yarım bırakmayı kendime yediremedim, kitabı bitirme sebebim o. Filmi yarım bırakmak benim için normal ama kitabı yarım bırakmak, asla.

Ya bir de okurken bir anlığına yine pek sevmediğim bir yönetmen olan Michael Haneke'nin çok sevdiğim filmi La Pianiste geldi. (Onun yazısı da blog'da var, sanırım 2011 ya da 2012 yılında yazmıştım.) Genç erkek karakterler birbirlerini çağrıştırdı açıkçası. Ama tabi alakası yok. Ama bana çağrıştırdı.

Sonuç olarak, Brahms'ı severim, çocukluğumdan beri severim. Ama böyle hikayeleri sevemiyorum. 

Hiç yorum yok: