3 Ekim 2015 Cumartesi

Virginia Woolf "Orlando"

Sözümde duruyorum ve bugün ikinci bir yazıyı daha blog'a ekliyorum.

Virginia Woolf'un Orlando adlı romanını galiba üç haftadır elimde oradan oraya sürüklüyorum. Kitabın akıcı olması ya da olmamasıyla ilgisi yok; sadece araya o kadar çok başka okuma vs. girdi ki, Orlando'nun sıradışı ve hareketli yaşamını okurken sık sık duraklama dönemine girdim.

16. yüzyılın sonunda İngiltere'de başlıyor Orlando'nun hikayesi. Doğaya, edebiyata, şiire aşık soylu bir genç olarak, çekici bir erkek olarak, hayranlık uyandıran bir erkek olarak gençliğini fırtınalı ve hızlı bir şekilde yaşıyor. Oradan oraya sürükleniyor; içinde bitmek bilmeyen doğa hayranlığı, asla vazgeçmediği Meşe Ağacı adlı şiiri ile kıtalar arasında, yıllar arasında, yüzyıllar arasında geçiyor ömrü.

Bir erkek olarak başladığı hayat, otuzlu yaşlarının başında kadına dönüşmesiyle devam ediyor. Bir anda kadın oluyor Orlando. Leydi Orlando olarak yaşamaya devam ediyor. Bu sefer erkek gözünden yaşadığı hayatı kadın gözünden değerlendiriyor; değişen arzularına, tepkilerine, verdiği anlamlara bakıyor. Bir yandan da, aslında Orlando hep Orlando olarak kalıyor.

Kitap boyunca karşınızdaki kişi aslında sadece Orlando. Onun gözünden İngiltere ve Avrupa'nın 1500'lü yılların ortasında 1928'e dek geçirdiği değişimi görüyoruz. Sanayileşmenin yarattığı şoku da, sarsılan siyasi iktidar biçimlerinin dönüşümlerini de, toplumsal hayatın yaşadığı hızlı değişimi, kadın erkek ilişkilerinin zamanla geçirdiği evrimi, kültürün, sanatın, edebiyatın yüzyıllar içindeki evrimini.... Her şeyi onun gözünden, hep Orlando'nun gözünden görüyoruz.

Ağırlıklı olarak İngiltere'de geçse de romanın bir bölümünde Orlando, İstanbul'a büyükelçi olarak atanıyor. Bir süre İstanbul'u, imparatorluk dönemini, dönemin diplomasisi içinde Orlando'nun yerini görüyoruz. Ardından Orlando, yeniden ülkesine, İngitere'ye dönüyor. Zaman ve mekanın, zamanın seyri içinde Orlando gözünden yaşadığı değişimin ana hatları, çarpıcı biçimde aktarılıyor.

İngiltere'nin Aydınlanma dönemi ile temelleri atılan sanayileşmenin ardından gelen kültürel, toplumsal, hatta şehir hayatında yaşanan mimari değişimlerin Orlando gözünden ne kadar anormal ve şoke edici olduğunu düşünün. Özellikle Orlando'nun bir yazar olarak da ele alınabileceği roman içinde Orlando, kendi yazın uğraşı haricinde takip ettiği, her dönem, hangi dönemde olursa olsun karşısına çıktığı anda ilgisini çeken yeni edebi akım, yazar ve eserlere büyük ilgi gösteriyor. Ancak burada da sıklıkla görülüyor ki Orlando için İngiliz edebiyatının gidişatı sıkıntılı bir süreç; değişen ekonomik ve toplumsal yapının yeni değerlerinin yansıdığı bu sanat alanı, Orlando için değişen toplumsal yapının en uç örnekleri.

Elektriğin evlerde kullanılmaya başlanması, elde yazılan kopyalar yerine makineleşeme sonrasında ucuz, kolay erişilir kitapların basılmaya başlanması ancak bir yandan da ticarileşen, basımı ve erişimi kolaylaşan edebiyatın amacının ne olduğu sorununun doğması, tıpkı kadın ve erkeklerin sokaklarda flörtleşebilmesini gördüğünde yaşadığı şokun benzerini yansıtıyor Orlando'ya.

Kadın gözünden ve erkek gözünden ilişkilerin, aşkın gözlemlenmesi, toplumsal cinsiyet rollerinin yarattığı beklentilere uygun hareketler içinde olmaya zorlanılan bireyin iç dünyası Orlando'nun gözünden romana muazzam biçimde aktarılıyor. Bir kadın olduktan sonra evlilik yüzüğü takmıyor olmanın üzerinde yarattığı gerilimi, toplumun parçası olmaktan men edilmek gibi bir yansımayla kendisinde bulan Orlando, aslında her dönem için cinsiyet rollerinin sorgusunu bu ve bunun gibi bir çok örnekle yapıyor.

Virginia Woolf'un kendine has anlatım tarzı bence en çok Orlando'da okumayı kolay kılıyor. Elbette çevirmen İlknur Özdemir'in başarısını da buna eklemeden geçemeyiz, ancak Woolf, zor alışılan bir tarza sahip ve ya alışkanlıktan ya da hem alışkanlıktan hem de Orlando'nun akışı/anlatımı içinde, bu roman, daha kolay okunan bir Woolf romanı benim gözümde.

Hiç yorum yok: