24 Ekim 2015 Cumartesi

John Burnside "Şeytanın Ayak İzinde"

Bu sefer Rus edebiyatından bir roman değil, İskoçya'dan bir roman yazısı. Bir süredir devam eden, ama bu romanla ara verdiğim Rus klasiklerine de bugün yeni bir kitapla devam edeceğim. Onun yazısı da artık hafta içine kalır.
Hayatımın özetini geçtiğime göre kitaba dönebilirim.

Şeytanın Ayak İzleri'ni okumaya karar vermemiştim, kütüphaneden yine başka kitaplar almak için gittiğimde gözüme çarptı. Arka kapak yazısı da merak uyandırdı açıkçası. 

Nihayetinde kasvetli denebilecek bir günde kitabı okumaya başladım. Böylece kasvetin sardığı ruh ve mekan ile kitabın kederi birleşince sanırım kitabın tadı daha güzel çıktı. Mazoşistik okuma sevgisi.

Michael Gardiner adlı başkarakter, aynı zamanda hikayenin anlatıcısı. Bizzat ağzından aktarılan hikayesinde ise sık sık geri dönüşler var. Bunun sebebini geçmişten kopamayan ve geçmişin gölgesinde, o gölgelerin sindiği, ancak gölgede kaldığı için pek göremediği, fakat aslında orada olduklarını hep bildiği kendi günahları saklı. Tüm bu günahların yükü altında hayatı boyunca nasıl da ezildiğini göremeyen Michael için tüm geçmişin faturasını ödeme ve yüzleşme günü de yaşadığı kasabadaki bir olayla karşısına çıkıyor.

Michael'in ilk gençlik döneminde, okul yıllarında bir süre birlikte olduğu insanın, çocuklarından ikisini ve kendisini akıl almaz biçimde arabada yakarak öldürmesinin ardından olaylar başlıyor. Ancak Moira, bahsi geçen kadın, üçüncü çocuğunu, yani kızı Hazel ya da kocasına bir zarar vermeden sadece diğer iki çocuğu, iki küçük oğlu ile gidiyor ölüme. Bu ilginç detay, Moira'nın arabayı ateşe vermeden önce Hazel'i yol kenarında indirmesi de Michael için daha fazla gizemli bir durum yaratıyor.

Sebebini tahmin edebilirsiniz. Edemiyorsanız da kitabı okurken zaten hemen karşınıza çıkacak o sebep.

Moira'nın abisinin küçük yaşta bir kaza sonucu ölmesi ve bu olayın Michael'in geçmişinde kapladığı yer ve önem, tüm olan bitenin arından Michael'in neredeyse durağan ötesi yaşamında yeni bir dönemi açıyor.

Karısı Amanda ile olan evliliğinin dokunsanız elinizde kalacak bir halde olması, Michael'in toplumun kendisine yüklediği neredeyse tüm rolleri reddetmesi, ailesiyle olan geçmişi, küçük bir kasabanın kendisine ve ailesine karşı olan tutumu, hayatın gerçeklikleri.... Sırayla geçmişin her anısı yeniden canlandıkça, olaylar zinciri çocukluğundan bugüne dek gittikçe artan bir gerilimle Michael'i sıkıştırdıkça elbette sonunda hikayede de bir patlama yaşanıyor, Michael'in bir nevi dönüşümüne tanıdık oluyorsunuz.

Yapayalnız bir insan. Yapayalnız kalmayı seçmiş bir ailenin yapayalnız büyümüş, toplumsallaşmanın hayli dışında kalmış, pasifliği içinde ve yaşadığı kapalı evrenin içinde şeytanın sadece dışarıda, toplumda değil, aslında kendi içinde de varolduğunu öğrenme sürecini okuyoruz Michael'in. Şeytanın ayak izlerini yolun başına dönüp takip etmeye başladığında, son adımın nerede olduğunu görmesinin ardından ise hikaye sonlanıyor ve sanırım karakter gibi okur da ilginç, suçluluk duygusunun boyut değiştirmiş bir haliyle gelen ilginç bir rahatlama duyuyor. 

Bence karakter güzel kurgulanmış, hikaye boyunca da tutarlılığından bir şey kaybetmeyen bir kurguya sahip. Haliyle hikaye de öyle.

Not: Paylaştığım görsel bana aittir. Kullanmadığınız için teşekkürler.

Hiç yorum yok: