18 Ekim 2015 Pazar

Katherine Mansfield "Ölü Albayın Kızları"

Katherine Mansfield'i ilk kez okuyorum.

Abartmıyorum ama 2011'den beri sürekli alınacak kitaplar listesine dahil ettiğim ve bir türlü hiçbir eserini almadığım bir yazardı. Bunu bir günah çıkarma gibi düşünün. Bu cümleyi öyle yorumlayın.

Sonunda sonsuz döngü kırıldı ve Derrida almak için girilen yerden elimde Ölü Albayın Kızları ile çıktım.

Tam adı Kathleen Mansfield Murry olan 1888 Yeni Zelanda doğumlu, modernizm geleneğine dahil edilen bir yazar Mansfield. 19 yaşında İngiltere'ye taşınan Mansfield'in aslında kendi hikayesi de tıpkı kaleminden çıkanlar gibi acıklı; 34 yaşında tüberkülozdan vefat etmiş çünkü.

Ölü Albayın Kızları'na adını veren öykü de dahil, o acıklı hava kitapta her bir öyküye kazınmış halde. Yalın kurgusu içinde bahsettiği sade karakterlerinin derin kederleri, umutsuzlukları, kayıpları ve pişmanlıkları okurken içe pek bir dokunuyor. Ben nasıl bir şey bekliyordum, bilmiyorum. Ancak beklediğim böylesine etkileyici hikayeler değildi. Birkaç sayfadaki satırları kaplayan hüznü okuyup hissetmeniz lazım; ne demek istediğimi o zaman anlarsınız. Yoksul insanların, geride kalmış insanların, kimsenin hikayelerini duymak için zaman ayırmadığı insanların iç sesleri, bakışları kelimelerle Mansfield'in aracılığıyla okura öyle bir gidiyor ki, oturup ağlamak isterseniz şaşırmayın.

Beni en çok etkileyen bir kaç öyküden kısaca bahsetmek isterim. Bunların başında Resimler geliyor. Eski bir şarkıcının yoksulluğa düştükten sonra oyunculuk yapmak için kapı kapı dolaşıp ajanslarda kendisine bir iş aradığı ve sonunda içindeki çaresizliğe bir çözüm bulmak için çok üzücü bir şeye yönlendiği bir hikaye; kısacık, kısacık ve öyküde anlatılan zaman dilimi neredeyse sadece birkaç saat. Ancak Mansfield için bir insanın sızısını anlatmaya hayli yeten bir süre.

Kitaba adını veren Ölü Albayın Kızları ise babalarının vefatı ardından neredeyse travma sonrası stres bozukluğu ile baş edemeyen ve baş etmesi pek olası görünmeyen iki kız kardeşin hikayesi. Travma sonrasından kastım ise babaların ölümü değil, babalarının ölümü ile doruğa ulaşan ve babalarıyla geçen hayatlarının tamamını kapsayan süreç. Güçlü bir otoritenin altında kendileri olmaktansa sadece "babalarına rahatsızlık vermemeye çalışmak" üzerin kurulu, ev dışına geçmeyen bir hayatta adeta yok olmuş iki kardeşin hikayesi. Ölü olan toprağa verilen midir yoksa hiç yaşamamış olduğunu fark eden midir, diye kendi kendinize sormanızı bekliyor hikaye....

Öykülerde yer yer parayla mutluluğun gelmeyeceği, yoksulların kimsenin umursamadığı hayatlarında yaşadıkları acıların yine hiç kimse fark etmeden nasıl devam ettiği ya da sonlandığı, eğlence ve şatafata düşkünlük ile nasıl körleşileceği ve sıklıkla ölüm - yaşam temalarını işliyor Mansfield. Ortak nokta ise, sıklıkla vurguladığım gibi; acı, keder, üzüntü, hüzün...

Yazarı geç okumuş olmayı bir kayıp sayıyorum. Siz de daha önce Mansfield okumadıysanız umarım bu yazı sizi yazara doğru yönlendirebilmiştir.

Not: Görseldeki fotoğraf bana ait, daha önce de paylaşmıştım. Gözünüze ilk önce çarpan kitap değil, onun üzerindeki kitap Ölü Albayın Kızları. Elimde kitabın başka fotoğrafı yok ve internette bu cilti baskıyı bulamadım/aramaya üşendim. 

Hiç yorum yok: