31 Ocak 2015 Cumartesi

Virginia Woolf "Kendine Ait Bir Oda"

Virginia Woolf'un ağır dili, satırlarına sinen karanlığı ve o karanlığın saf bir gerçek oluşunun yarattığı iki kat keder ile dolu yapıtlarının içinde, bence farklı bir konumda Kendine Ait Bir Oda. Zira vahim bir durumu ele alarak metni kaleme almaya başlayan Woolf, aslında umut verici ve cesaretlendirici bir şekilde işliyor konuyu: Kadının yazabilmesi için kendine ait bir odaya ve paraya ihtiyacı vardır. Yazar da bize bu durumun yoksunluğunu, nasıl elde edilebileceğini ve elde edilmesi durumunda kadının dışa vurma şansını yakalayabileceği potansiyelinin ne denli mühim olduğunu anlatıyor.

Kadının toplum içinde elinin kolunun her alanda bağlanması ve erkek egemenliği altında sürekli denetim altında tutulma çabası içinde, kadının ekonomik özgürlüğünü elinden almak gelir desek abartmış olmayız. Değişen ekonomik sistemle beraber kendi bedeninden tutun da doğurduğu çocukla oluşan aileye, ailesinden çalıştığı iş yerine kadar her alanda sesi kısılmaya ve sömürülmeye çalışılan kadının üzerindeki baskıyı görmemiş olma ihtimalimiz yok çünkü. Bu durumda elimizdeki kitap aslında bu düzen içinde, eserin yazıldığı dönem ve öncesinden başlayan kadın hareketinin küçük bir kısmını içererek, bu ekonomik özgürlüğün kadın için neyi ifade ettiğiniz anlatıyor. Woolf, Kendine Ait Bir Oda'da, yazmak isteyen bir kadının toplumda karşılaştığı, karşılaşması muhtemel olan tepkileri ele alırken; diğer yandan da kendisi yazabilen bir kadın olarak diğerlerinin önünde ataerkilliğin pençeleriyle karartılmış bir yolda fener oluyor.

Kadının her alanda olduğu gibi yazın alanında da erkek karşısında aşağılanmayla karşılaştığını belirten yazar, bu aşağılamayı yapan olarak her iki cinsi görüyor. Bir kadının kendisi için bile "kadın halimle yazmak neyime" diyebilecek kadar baskıcı bir toplumda kadının maruz kaldığı ayrımı nasıl içselleştirdiğine örnekler veriyor. Yazma hevesini gülünç bularak eline kalem almayan kaç kadının klasikleşebilecek kaç romanı, kaç şiiri, kaç yazısı bu yüzden dünyada yok, düşünsenize bir...

Edebiyatta kadının, yalnızca erkeklerin yazdığı metinlerle işlenmesi üzerinde kitap boyunca duran yazar, belli başlı eser ve mitlere yansıyan kadın imajı üzerinden toplumun içine sinen bu ataerkil ayrımcılığı yorumluyor. Yazmak isteyen bir kadın ile erkeğin karşısına çıkan zorlukların cinsiyet tabanında nasıl oluşturulduğunu ve pekiştirildiğini irdeleyen Woolf, erkek egemen ifade biçimlerinde kadını aşağılamanın aslında erkeğin kendisini yüceltmesi amacı taşıdığına değiniyor. Buna karşılık yazar hayatın kadın ve erkek için eşit zorlukta bir yapısı olduğunu belirtmekten de geri durmuyor. (Yani feministler çoğunluk tarafından "erkekler ölsün" gibi bir söyleme sahip gibi görünüyor; hayır, öyle değil. Bakın ezilmiş kadınlardan bahseden Woolf gibi öne çıkan bir figür bile "insanların eşitliğinden" bahsediyor.) Hatta Woolf kitapta bu konudan bahsederken şöyle bir şey yazıyor, buraya da yazmak istiyorum:

"Dünya kadına, erkeğe dediği gibi "istersen yaz, umurumda değil", demiyordu. Dünya kaba kaba gülerek "Yazmak mı?" diyordu. "Yazman ne işine yarıyor?".

Ben bunun hala günümüzde devam ettiği kanaatindeyim. Hala kadının yeteneklerinin erkek karşısında cılız, kadın zihninin erkek karşısında yetersiz olduğu imaları her yerde yankılanıyor. Bu hastalıklı duruma bir de ek olarak, maalesef ülkemizde sosyal bilimler bile çoğu üniversite mezunu tarafından bile bilim olarak görülmüyor. Edebiyat değersiz, zaman öldürmekten başka bir amacı olmayan bir uğraş gibi, üzerinde düşünülmeden oluşturulan bir "meta" gibi görülüyor. Bu uğraş ve çalışmalar içindeki kadınlar da çoğu zaman "umursanmıyor." Bu bence insanlık tarihinin utançlarından biridir; cinsiyete göre yetenek değerlendirmek.

Neyse, yakınmam bitti, kitap hakkında yazmaya devam edebilirim. (Aslında bitmedi yakınmam.)

Kadının hayat karşısında susturulması üzerine yazarın belirttiği bir nokta özellikle üzerinde durulası; Woolf, kadının erkek karşısında bastırıldığını, sesinin kısıldığını; bunun sebebinin de kadın konuştuğunda/ifade ettiğinde ortaya çıkacak gerçeğin erkeği yok edecek denli acı olacağı. Erkeğin hayat karşısındaki sert, zaferlerle doldurulası ve güçlü duruşunun oluşumunu aslında bir çeşit kadının ifade özgürlüğünü elinden çalarak oluşturulan bir yanılsama olarak göremez miyiz bu durumda?

Teyzesinden kendisine kalan miras sayesinde yazma özgürlüğünü yakalayan Woolf, kendi tabiriyle artık "hiçbir erkeğe yaltaklanmadan" çalışabileceğini, yazabileceğini, üretebileceğini ifade ediyor.

Ülkesinin tarihi içinde edebiyat alanında kadın imzasından yoksun kalmış dönemlerden bahsederken, henüz yeni kazanılan siyasi hakları karşısında kadınların eskiye göre en azından bir adım daha atabilmiş olduklarına değiniyor. Jane Austen, Brönte'ler gibi öne çıkan kadın yazarları da sıkça inceleyerek, edebiyatta kadının varolma çabasını; insanın varolma çabasını anlatıyor.

Kendinize ait bir odanız olması için elinizden gelen her şeyi yapın; Virginia Woolf'un gösterdiği yoldan yürümekten de korkmayın.

İyi okumalar.

(Ve iyi yazmalar).

2 yorum:

Gül Akça dedi ki...

Virginia Woolf kitaplarını (tarzını) sevmiyorum... ama yazınız (ana fikri) muhteşem olmuş, elinize sağlık... teşekkürler

Kareler Ve Sayfalar dedi ki...

@Gül Akça: Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.
Kitabı da gerçekten tavsiye ederim, Woolf'un romanlarından oldukça farklı bir metin.