4 Kasım 2012 Pazar

Dark Shadows (2012)

Umut Sarıkaya’nın bir karikatürü vardı; karakter Tim Burton’a milleti bu filmleri izlete izlete kendi evini baştan yaptığını, mutfak fayanslarını falan yenilettiğini söylüyordu. Sanırım artık Burton’ların malikanesinde değişmesi gereken bir şey kalmadı. Yoksa çıkan film Dark Shadows olmazdı. En azılı Burton hayranının bile bu filmi ne kadar beğenebileceğini merak ediyorum. Sıradanlıktan uzaklaşamayan bir gölgeler yığını arasında kalmış bir film Dark Shadows. İngiltere’den Amerika’ya göçen ve Collinwood kasabasına hem adlarını veren hem de şehirde balıkçılıkla yükselen ailenin yakışıklı oğlu, hayatında gördüğü en çirkin kadın Alice Cooper olan Barnabas, kalbini kırdığı kadın yüzünden vampire çevrilip, demir tabuta hapsedildikten 196 yıl sonra yanlışlıkla 1972’nin Amerika’sına çıkar. Ailenin hala hayatta olan bireylerini bulmak ve yeniden şehirdeki balıkçılığını tekellerine almak için kolları sıvar.
Ancak karşısına yine yıllar önce kendisini vampire çeviren Angelique çıkar; şehirdeki balıkçılığı artık kendi tekeline alan intikam yüklü kadın. Filmde tüm karakterler sönük kalmış. Öne çıkan bir karakter yok. Buna Deep’in canlandırdığı başkahraman Barnabas da dahil. 1972’ye uyanan bir vampirden bile bir espiri çıkaramadılarsa vay bu yazarın da yönetmenin de haline. Bir de o nasıl bir vampirdir ki herhangi bir şekilde güneşe çıkabiliyor? Çıkamaması lazım. Şemsiyeyle gözlükle olmaz o, vampirsen güneşe çık-ma-ya-cak-sın, çıkamazsın. Aynen bu kadar düz bence. Oyuncu kadrosuna rağmen nasıl bu kadar cılız bir film çıkmış, tebrikler doğrusu. Filmde gerçekten gülebileceğiniz bir şey bulmanız zor. Ama pazar sabahı kahvenizi içerken izlerseniz kapatmak istemeyebilirsiniz, o ayrı. Tim Burton’a dair delicesine bir sevgim yok, iyi ki de yok yoksa bu filmden sonra nefret ederdim. Hele ki Beterböcek’i çekmiş bir adamdan bu filmin geldiğini düşünürsek.

Hiç yorum yok: