23 Kasım 2012 Cuma

John Fowles "Koleksiyoncu"

Koleksiyonu, biriktirmeyi yaratıcılığı ve insanın doğasını bitiren bir şey olarak gören Miranda ve biriktirmekten, koleksiyonundan ve aslında bir çeşit yok edip saklamaktan başka bir zevki olmayan Fred’in, acı bir biçimde bir araya gelmesiyle başlıyor roman.

Fred’in, yirmi yaşındaki, güzel ve tam manasıyla hayat dolu sanat okulu öğrencisi Miranda’yı kafaya takması, onu da tıpkı biriktirdiği kelebekler gibi bir “izlenesi ve sahip olunmasıyla mutlu olunacak bir şey” haline dönüştürme isteğiyle, eline geçen paranın yardımıyla kaçırıp, evinin bodrumuna hapsetmesi. Koleksiyoncu, kaçıran ve kaçırılanın ağzından ilerleyen anlatımı ile, böyle başlıyor.

Sadece sahip olmanın verdiği mutluluktan başka bir şey istemeyen, hayatı boyunca sürekli ruh hali bozuk olduğu her hareketlerinden belli olan kadınlar arasında yaşamaktan dolayı normal bir ruh durumu olmayan, kimsesizliğini yatıştırabileceği yegane uğraşı ölümlerini hazırladığı ve biriktirdiği kelebekler olan silik, çoğu kimse için karaktersiz bir erkek olan Fred’in, hayatında bir şeylere sahip olmak için elinden gelen tek şeyi, bir şeyleri yanında istemesi ve yalnızlığını bastırabilmesi için yapabildiği tek şeyi yapması, yaşamaktan mutlu olan bir sanatçının kafes içine hapsedilmesine sebep oluyor. O kafesin içinde her istediği yerine getirilen, pahalı kıyafetler ve kokular içinde tutsak edilen yaratıcı zihin ise kendi çıkışını, aklını korumaya çalışmayı ancak geçmişi ve hayatını bir yerde kağıda dökerek sağlıyor; kendi iç yolculuğuna ve gelişimine acı bir gerçekle, hapis olduğu gerçeğiyle başlıyor. Tutsaklığını kafasından silebilmek için ise hayatındaki kesitler içinde kendisiyle konuşuyor, ilerliyor ve karara varıyor. Sanki öncesinde yaşıyormuş gibi duygularının ilerlemesine izin veriyor; sevdiğinin ne olduğunu anlaması maalesef ki kapalı kaldığı mahzende oluyor.

İnsanı tiksindirecek kadar, yalnızlığı yüzünden hastalıklı bir beyni olan Fred’i okuduğunuz her bir satırda ne kadar anlamaya yaklaşırsanız, her anlayışınızda ondan tiksinmeniz için ve içinde olduğu çıkmazın ne denli büyük ve kendisini her saniye daha da yuttuğunu görmeniz için birbiri ardına ışıklar yanıyor o satıların üzerinde. Geriye dönüşü ve kurtarılması mümkün olmayan bir karanlığın ve yalnızlığın içinde bir “koleksiyoncu”.

Akıcı anlatımı ve yer yer insanın gerçekten soluğunu tutmasına sebep olacak kadar gerçekçi tutsak eden ve tutsak ruh halinin satırlara dökülmesi yüzünden, kafanızı kaldırıp pencereden dışarı bakmaya ve bir an için gerçekten her ikisinden biri de olmadığınız için sevinmenize, kendinizi iyi hissetmenize sebep olabilecek, karanlık, adeta Miranda’nın mahzeni kadar karanlık bir kitap.

Biriktirmekten başka, duyguları olmayan bir adamın, fikirleri büyümeyen ve mahvolmuş bir koleksiyoncunun hikayesi. Sonunda içinize bir ağırlık çökeceğinden eminim.

Nasıl bir çıkmazdır.

Hiç yorum yok: