POLİSİYEDE
İSKANDİNAV HAVASI
Polisiye,
tutkunu olduğum ilk türlerden birisidir. Agatha Christie ile başlayan ilgim,
gittikçe yazara karşı bir saplantıya dönüşmesine rağmen türün çeşitliliği
sayesinde ilgim daha sonralarında tanıştığım İskandinav kalemlerden çıkma, usta
işi polisiyeler sayesinde gittikçe güçlendi. Özellikle son yıllarda ülkemizde
gittikçe çevirileri artan ve piyasaya çıkan İskandinav polisiyesi hem bölgeye
karşı olan ilgimi hem de polisiye sevgimi artırdı. Henning Mankell gibi bir
efsanenin ardından tanıştığım Jo Nesbo, Camilla Lackberg, Karin Fossum ve
polisiyenin genel akışından biraz daha ayrıldığını düşündüğüm Karin Alvtegen
aklıma gelen ilk isimler. Her birinin farklı bir tarzı olduğunu, aksiyon
derecelerinin değişken olduğunu fakat hepsinin de benim fikrime göre iyi
yazarlar olduğunu belirtip, bu saydığım yazarların hepsini de aslında
İskandinav polisiyesi ile tanışmak isteyenlere gönül rahatlığıyla tavsiye
edebilirim.
İskandinav
ülkelerinin ikliminden beslenen toplumu, farklı sosyal hayatları ve verdikleri
(Doğal olarak) farklı tepkileri bu bölgeden çıkan romanlara ayrı bir hava
katıyor. Özellikle dikkatimi çeken bir nokta ise bu romanlarda, İskandinav
toplumlarının güvenli, tehlikeden uzak, sakin, telaşsız ve düzenli yapısını
mahveden, çığrından çıkan ve büyük tehlike barındıran, inanamadıkları bir
tehdit yaratan cinayetlerin sıklığı. Bölgenin mutlu, kişi başına geliri hayli
yüksek olan, eğitim sorunu olmayan insanlarının karşılarına çıkan amansız
sorunlar ve katliamlar ile romanlarda ne denli gerildikleri sıklıkla işlenen
bir tema. Bölgede intihar oranının yüksek olmasına rağmen cinayetin yarattığı
geniş çapta dehşet, ölümün nereden ve nasıl geldiğine dair sorgulamaları da
beraberinde getiriyor. Alışılagelen bir uyum ve düzen içinde, güvenli
ülkelerinde yaşayan bu insanların kendi ellerinden olmayan bir ölüm karşısında
düştükleri çıkmaz ve karanlık, soğuk iklimin bu sakin insanları için büyük bir
dehşet kaynağı oluyor.
Oysa,
olayların - örneğin - Amerika'da geçtiğini düşünün. Kaosun, dünyanın dört bir
yanından gelen insanların bir arada olduğu Amerika'yı. En basitinde
Amerika'daki güvende hissetme durumu ile İskandinav ülkelerindeki güvenli
hissetme, güvende olma durumu ile arasında devasa farklar olduğunu
göreceksiniz. Amerika'nın karmaşası ve tekinsizliği karşısında insanların
dehşete düşmeleri daha zor iken, bahsettiğimiz bölgede bu tamamen
farklılaşıyor. Dev Amerika'da suç hayli yaygın; zor şartlarda yaşam mücadelesi
veren çok fazla insan var ve bir cinayetin yarattığı tekinsizlik hali daha
kolay kabul görüyor. Bu da kitaplara, filmlere ve dizilere de böyle yansıyor.
Ancak konu mesela bir İsveç, Norveç gibi dünyanın demokrasileriyle, ifade
özgürlükleriyle, yüksek yaşam kalitesiyle, eşitlikçi yönetimleriyle - neredeyse
mükemmel olan- örnek ülkelerinde olduğunda en ufak bir tehlike unsuru büyük
korku ve dehşet yaratabiliyor. Çünkü özellikle iklimin getirdiği depresyona
bağlı intiharların sık yaşandığı bu coğrafyada yok denecek kadar az olan suç,
eyleme geçirildiği anda toplumsal bir şok yaratabiliyor.
KÖTÜ KAN
DURMAZ YERİNDE
"Ölümün
Sesi" adlı romanıyla Türk okuyucular ile geçtiğimiz yıllarda buluşan Arne
Dahl, bir kaç ay önce "Kötü Kan" adlı kitabı ile yeniden karşımızda.
Intercrime serisinin ikinci kitabı olan bu romanda tekinsiz Amerika'dan İsveç'e
gelen bir seri katilin peşine takılan kahramanlarımız ile karşılaşıyoruz. Ciddi
bir tehdit olan bu katilin, Kentucky Katili'nin İsveç'te cinayetlerine devam
etmesini okurken, bir yandan da gittikçe Amerikan tehdidine maruz kalan
İsveç'in siyasi ve toplumsal yapısındaki değişmelere tanık oluyoruz.
Vietnam'a
dek uzanan hikayesi ile dünyada dengelerin ne kadar hassas bir iplik üzerinde
tutturulmaya çalıştığını vurgulayan Kötü Kan'da, sakin görünen İsveç'in maruz
kaldığı tehditleri de hikayenin sonlarına doğru daha net görmeye başlıyoruz.
Uluslararası ticari ve siyasi temellerde şekillenen ilişkilerin korunması ve
geliştirilmesinin ardında yatan ince detaylarla okuyucunun merak duygusunu
daima ayakta tutan romanda aynı zamanda adım adım güçlenen, polisiye yaklaştığı
ölçüde bir anlamda uzaklaşan seri katilin peşinde sayfalar boyunca süren
kovalamacaya takılıyoruz. İntikam duygusunun, geçmişin asla ölmeyeceğinin,
yaşanan tüm acıların patlak vereceği bir nokta olacağının vurgusunu yapan
yazar, bir seri katil üzerinden dünya tarihinin acımasız gerçeklerine de
değiniyor.
Arne
Dahl'ın anlatımı oldukça akıcı, çevirinin güzelliğiyle beraber daha da
sürükleyici bir hal alıyor Kötü Kan. Dünyadaki dengelerin ne kadar acımasızca
ve tehditlerle dolu bir halde ayakta durmaya çalıştığını, Amerika'nın dünya
için nasıl büyük bir tehdit olduğunu (Aynı zamanda ellerindeki her türlü güce
de dikkat çekerek) anlatan Kötü Kan, sürükleyici bir polisiye olmasının
ötesinde barındırdığı tüm detaylarla okunmayı kesinlikle hak ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder