"Hepimiz annelerimizle babalarımızın üreme güdüsüne karşı
koyamamalarının kurbanıyız. Doğanın faşizmine maruz kalmışız hepimiz."
Andrej
Nikolaidis'in kaleminden çıkma "Kıyamet"e başlarken önce kitabın en
son sayfalarına bakın; orada bir müzik listesi göreceksiniz. "Kıyamet İçin
Fon Müziği" başlığı altında sıralanan ve The Clash ve Sex Pistols gibi
resmen çocuk yaşta elime gitarı almama sebep olan grupları görerek beni
sevindiren bir liste var orada. İşte o listeye içiniz rahat bir şekilde kendinizi
emanet edin. İlk şarkıyla, ilk sayfayı açın ve okumaya başlayın.
Emrivaki
gibi mi oldu? Sadece bir öneriydi.
Ulcinj'de
bir yaz günü başlıyor hikayemiz. Adriyatik kıyısında, sakin bir yer. Ancak bir
yaz günü kar yağmaya başladığında, plajda güneşlenen insanlar birden lapa lapa
karın altında kalmaya başladığında; insanlar ve hayvanlar gittikçe garipleşmeye
başladığında görüyoruz ki... Bu işte bir iş var.
İşlenen bir
cinayetin ardındaki gizemi çözmekle görevlendirilen, viskiye pek düşkün özel
dedektif cinayetin arkasındaki gizemi aralamaya çalışırken, kitabın farklı
bölümlerinde farklı anlatıcılar aracılığıyla başka bir hikaye daha devam
etmektedir. Cinayetle bağlantısını anlamak için sabırlı olmanız gereken bu
bölümlerin anlatıcısının kimliği ise Kıyamet'in sonunda size küçük bir sürpriz
olacak muhtemelen.
Farklı
anlatıcıların ağzından, geçmişte aşananlara dair olan kısımlarda okurun
karşısına küçük küçük farklı öyküler çıkıyor aslında. Bu da, ana karakterler
haricinde hikayeye zenginlik katan detaylardan elbette.
Peki...
Kıyamet
nasıl gelecektir? Kıyamet nedir?
İnsanların
kendisini kaybetmesi mi? "Günah"ların içinde yuvarlanması mı? Yoksa
"günah"larını örtbas etmesi ve sonunda tüm gerçeklerin günışığına çıkması
mı?
Şehrin
üzerindeki gerginlik, cinayetin arkasındaki gizem ve Sabetay Sevi'ye dek uzanan
gizemli bir hikayenin devamı, Adriyatik kıyısındaki bu şehrin insanları için
kıyameti getirmektedir.
Kitabın
altını çizdiğim o kadar çok satırı oldu ki... Genelde bunu yapmam. Fakat
"Kıyamet" unutmak istemediğim bir çok cümlenin sahibi. Özellikle
altını çizdiğim cümlelere tekrar baktığımda, insanın üreme içgüdüsünün
bencilliğine dair bir ortak noktaları olduğuna kanaat getirdim. Bu da kitapla
aslında oldukça ilgili; kitabın sonunda anlaşılacak ve açığa kavuşacak bir
sırla da alakalı aslında. Üreme konusundaki bu satırları özellikle çizmemi de
satırların sahibi karakter ya da karakterlerle bu konuda benzer düşüncelere
sahip olduğumuzdan sanırım.
Kitabı çok
ilginç buldum. Bir kaç saat içinde bitirebileceğiniz bir kitap, 124 sayfa.
Ancak sayfa sayısından ziyade, hikayenin cazibesi, okurda yarattığı "bu
işin sonu nereye varacak?" ilgisi ve tipik bir polisiye gibi başlayan
ancak ilerleyişinde kesinlikle bu yoldan fazlasıyla ayrılan yapısıyla içindeki
polisiye unsurlar da bu hızlı ve akıcı okumada etkili olan şeylerden bazıları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder