10 Eylül 2014 Çarşamba

Lev Tolstoy "Sergi Baba ve İki Hafif Süvari"

O kadar uzun zamandır klasik eserlerden birini okumamıştım ki... Aradan geçene zamanı buraya yazmaya utanıyorum.

İthaki Yayınları'nın bence çok güzel kapak tasarımlarıyla yayınlamaya başladığı ve yayınlamaya devam edeceği "Dünya Klasikleri" serisinden Lev Tolstoy'un "Sergi Baba ve İki Hafif Süvari" adlı eseri sayesinde bu uzun araya bir son vermiş oldum.

Tolstoy'un iki farklı dönemini yansıtan ve yazılışları arasında uzun bir zaman olan iki farklı öykünün, "Sergi Baba" ve "İki Hafif Süvari"nin bir araya geldiği bu kitap, birbirinden çok farklı iki eserin bir araya gelmesine artı olarak, yazarın belki iki farklı yönünü (Ya da farklı yönlerinden ikisini) okuyucuya sunması açısından da önemli.

İlk öykü, "Sergi Baba" da acıyla son bulan bir aşk hikayesinin ardından manastıra kapanan bir genç adamın, zaman içinde yaşadığı değişimin ve yolun sonunda vardığı "durum" anlatılıyor. Dünyevi hazlardan (Ve özellikle bu hazların birinden) uzak durmak adına çıktığı bu yolculukta, içinde hiçbir zaman örtemediği ve dindiremediği bir takım isteklerinin yarattığı vicdan azabıyla kendisini daha da derin kuyulara inmeye zorlayan Kasatski ile karşılaşıyoruz. Çekildiği inziva sonrasında Sergi Baba olarak anılan karakterin zaviyede ve inzivada geçirdiği yıllar ardından ve bu yıllara "rağmen" içinden asla atamadığı duygularıyla olan mücadelesinde, yer yer yaşamakta olduğu duygusal azabın fiziksel acılarla da beslediğine (!) tanık oluyoruz.

Kaçtıkça kendisini kıskacına almak için uğraşana ve karakterin gözünde birer günahtan ibaret olan bu duyguların törpülenmek bir yana, daha da sivrilerek bir anda patlama noktasına ulaşarak Seri Baba'nın kendi elleriyle - zihniyle - kararlarıyla kendi sonunu getirmeye ittiğini görüyoruz. Bunca çaba ve inancın, daha fazla saklanamayacak ve örtülemeyecek duyguların altında nasıl ezildiğini görüyoruz.  Aradığı huzuru, mutluluğu ve belki de yaşam amacını bulmaya yaklaşması ise, doğruluğuna yıllarca inandığı yöntemi terk etmesi ve aksi bir biçimde, yıllar öncede kalmış bir dostu ziyarete gitmesi ile bulabiliyor.

İkinci öykü, "İki Hafif Süvari"de ise, ilk öyküden bir hayli farklı. Babasının gençliği ve kendi gençliği arasındaki farkların, davranışları ve toplum içindeki genel tavırlarıyla yargılanmasına/eleştirilmesine tanık olduğumuz bir karakter üzerinden yılların yarattığı kuşak farklılıklarını ele alıyor yazar. İnce düşünmenin, zarafetin, aşkın ve saygının zamanla nasıl bir değişime uğradığını bazen yakınmaya yaklaşan ifadelerle farklı karakterler üzerinden işliyor.

Beni en çok etkileyen, ilk öykü oldu. Gerçekten çok beğendim.

Kitaptan altını çizdiğim bir cümleyi de paylaşarak yazıyı bitireyim.

"Evet, insani şöhret için yaşayan benim gibiler için Tanrı yok."

Hiç yorum yok: