Lydia
Millet'le tanışmam "Benim Mutlu Hayatım" adlı kitabıyla oldu (Kitap
hakkındaki yazımı blog'da bulabilirsiniz). Ağlamadan okumanın mümkün
olamayacağı bazı kitaplar vardır ya, işte içinde "mutlu" kelimesi
geçmesine rağmen her bir sayfasında kalbimde bir şeyleri sızlattığı için, arada
bir gözlerimden akan yaşlarla beraber okumuştum kitabı.
Lydia
Millet'in gerçekten suratınız - kalbinize - beyninize (Bence "insan
oluşa" da diyebiliriz ayrıca) çarpan bir tarzı var. "Çaresizlik
Kuyusu"nu okuduğumda da bu çarpma etkisini hissetmemem mümkün değildi.
Mutsuzluğu,
kederi, karanlığı, acıyı, yalnızlığı, umutsuzluğu nasıl tanımlarsınız?
Ya da bu
duyguları hangi zamanlarda hissedersiniz, hangi durumlarda?
Bence bunlar
aslında belirli zamanlarda alevlenen, aslında siz şu yazıyı okurken ya da ben
bu satırları yazarken kalbimizi kemirmeye devam eden, hep bizimle olan
duygular. Bazen kendilerini belli edip kasıp kavuruyorlar, bazen de hafif geri
planda kalıyorlar. Hep oradalar. Yaşınız, işiniz, yeriniz, eşiniz, dostunuz,
deriniz ya da dertsizliğiniz ne olursa olsun onlar içinizde. Bunlar da işte
ortak nokta. Bağlayıcı unsur. Bence sevinçlerimizden ya da mutluluklarımızdan
çok kederimiz, acımız, huzursuzluğumuz, dertlerimiz bizi yakınlaştırıyor.
Mesela, bu yüzden ağlamak gülmeye nazaran daha kolay geliyor bazen. Gülmeyi
unuttuysanız, ağlamayı da unuttuysanız, ne demek istediğimi anlayabilirsiniz.
Çaresizlik
Kuysu'ndaki öykülerin tamamında karşımıza karakterlerimizle beraber bir çok
farklı hayvanı çıkarıyor. Karakterler arasında Madonna, Thomas Edison, Nikola
Tesla ve Noam Chomsky gibi (Benim ilk aklıma gelenler) aşina olduğumuz isimler
var. Ancak aşina olmadığımız yönleriyle hikayelerin içindeler. Beklenmedik
yönleriyle; hayvanlara olan duyguları ya da hayvanlarla olan dostlukları, ilişkileriyle.
Her bir
öyküde yalın, sade bir anlatımla, gündelik hayattan ufacık bir anı dahi anlatsa,
başta bahsettiğim çarpma etkisi var ya , işte onunla karşılaştım. Sürekli bir
keder içine giriyordum. Lydia Millet'in yarattığı bu etki bence bir yazar için
muazzam bir şey olmalı. Yarattığı hava, karanlık. Fakat karanlık diyince (Daha
önce yazarı okumadıysanız diye belirtmek istiyorum) kesinlikle gotik bir hava
gelmesin aklınıza. Öyle bir karanlık ki, iki yaşında bir çocuğun iç çekmesi
gibi. Çok yalın, çok kendi halinde, çok olağan ama bir yandan da sizi kendisine
çeker bir kederi sunuyor Lydia Millet.
Üzüntüyü
kağıda dökmenin başarısı, lafı dolandırmadan anlatmanın başarısı.
Çaresizlik
Kuyusu'ndan derinlere doğru bakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder