Amerikan
Tanrıları'nı Ağustos ayı içinde okudum.
Neden mi bu
kadar geç? Çünkü çok sevdiğim yazarların bazı kitaplarını bilerek okumuyorum.
Mesela Philp K. Dick'in de okumadığım iki kitabı var şu an kitaplıkta,
saklıyorum. İki tane de Agatha Christie var, onları da saklıyorum. Bir tane de
Henning Mankell var (Wallender serisinin son kitabı). Sylvia Plath'ın
Günlükler'inin yarısı. Bir adet Robert Silverberg. Çizgi romanlar da var
sakladığım; Sandman'in son üç bölümü, Sweet Tooth'un bir kısmı... Bu
saydıklarım benim çok sevdiğim, en çok sevdiğim yazarlar. Kendimi kötü
hissettiğimde okuyarak nefes alabileceğimden emin olduğum yazarların
kitaplarını böyle bekletiyorum. Kötü gün stoğu açıkçası. (China Mieville'ı
saklayamadım ama dayanamadım; aldığım günün ertesine bitirdim tüm kitaplarını
=/ )
Ağustos
ayını da sürekli okuyup yazarak geçirdim; ancak işsizliğin stresini ya da genel
olarak yaşama eyleminin stresini bir türlü geçiremediğim için kötü gün
stoğundan Amerikan Tanrıları'nı okumaya karar verdim. Beni bir kaç gün oyalar,
diye düşünüyordum ancak kitabı ertesi gün bitirdim. Neil Gaiman'ı ne kadar
sevdiğimi söylemiş miydim?
Amerikan
Tanrıları'nda Neil Gaiman, Neil Gaiman'lık yapıyor.
Hapisten
karısının vefatı yüzünden bir kaç gün erken çıkan Gölge, cenazeye giderken
bindiği uçakta yanına oturan Çarşamba adlı bir adamla tanışıyor. Gölge'nin hayatındaki
her şeyi yitirdiğini anlamasına sayılı zaman kala karşısına çıkan Çarşamba,
Gölge hakkındaki bilgisiyle Gölge'yi dahi geriyor. Ancak gerilim nereye kadar?
Gerçekleşecek olan fırtınaya yaklaştıkça, kendi hayatındaki yıkımların
yarattığı fırtına bir yana, Gölge hiç bilmediği bir dünyanın içine
sürükleniyor. İnanıp inanmanın bir önemi yok; gerçek gerçektir. Amerikan
Tanrıları'nın gerçekliği gibi. Birbirine düşman tanrıların savaşının yaklaşması
gibi. Ve bu savaş hazırlığında kendisine yüklenen rolü kabul eden Gölge'nin
hayatı gibi.
Bol bol
mitoloji, bol bol gerçek hayatın acımasızlığı, Amerika'nın farklı yerlerine
uzanan yolculuklar, sorular, cevaplar, merak edilenler... Rüyalar, hayaller,
kuruntular, düşünceler...
Bir çok
karakter, hızla akıp giden bir öykü. Bana yer yer Anansi Çocukları'nı
anımsattı. Neil Gaiman'da zaten sürekli aynı şeyi hissediyorum; karakterleri ya
da olayları bazen tüm kitapları arasında ortak bir şeyleri taşıyor gibi.
Muhtemelen size de oluyordur. Bunu kendisini tekrar ediyormuş gibi değil de,
kendisinden bir şeyi yine okuyucuya sunuyormuş gibi görüyorum. Kafasının içi
her kitapta bazen şeffaflaşıyor; gördüklerimizin birbirine benzer noktalar
barındırması çok da yadırganacak bir durum değil ayrıca.
Okumadıysanız
kesinlikle okuyun derim.
4 yorum:
Ah bir de baskısı olsa, şahane olacak!
@entelkitap: nadirkitap.com ya da gittigidiyor.com 'da olabilir aslında.
Ukitap'ta falan var da, çok pahalı ya :'(
@entelkitap: İstiklal'deki sahaflarda ben görüyorum bu kitabı, bi bak istersen
Yorum Gönder