DÜRÜSTLÜĞÜN
SAYGI GÖRMEDİĞİ BİR DÜNYADA YAŞAMAK
Doğru
söyleyeni, doğruyu yapanı dokuz köyden, belki de tüm köylerden kovarlar.
Gittiği yer cehennemi olur, ayrıldığı yerde bayram olur. Dürüstlük, doğruculuk
günümüz dünyasında nedense bir zaaf gibi görülüyor, hatta fazla dürüst olmak
kimileri için alaya alınacak bir özellik olarak algılanıyor.
Yalan,
dolandırıcılık o denli yadırganmaktan uzaktır ki günümüz dünyasında...
Dürüstlüğü salaklık, saflığı aptallık olarak görür toplum. Sizin iyi niyetiniz,
yok edilmesi gereken bir değer, diğerlerinin kendisini daha aşağılık
hissetmelerine sebep olan, yıkıcı bir özellik olarak görülür. Kendisini
dürüstlük karşısında kötü hisseden, yapacağı yıkımla ortadan kaldırmayı
amaçladığı tüm olgularda olduğu gibi, dürüstlükte de zorba, alaycı olacaktır.
Adaletin fersah fersah uzaklarda yaşadığı toplumlar içinde en alt kademeden en
üst kademeye kadar insan, dürüstlüğünün cezasını karşı tarafın baskısı altında
çeker. Hayatı elinden gider, sahte belgelerle hapse atılır, işinden kovulur,
hak etmediği hakaretlere maruz kalır. Zira o dürüsttür ve toplum için asıl
sakıncalı olan yalan ya da dolandırıcılığın yanında bu değer, tüm toplumun
sağlıksızlığı açısından pek bir zararlıdır.
KATİP
JACOB'UN ZOR HAYATI
David
Mitchell'in 1799 yılında başlattığı Jacob De Zoet'in Bin Sonbaharı adlı
eserinde, dürüst, ilkeleri olan ve Zebur'unu bir yol gösterici olarak kabul
eden vicdan sahibi, iyi niyetli katip Jacob ile tanışıyoruz. 1700'lü yılların
sonunda, Japonya'da geçen hikayede, çalıştığı şirketin Japonya'daki şubesinde
katip olarak giden Jacob De Zoet'in, farklı bir kültürün içinde ve yasaklanan
bir dinin mensubu olarak yaşamaya başlamasına tanık oluyoruz. Hikaye, 18.
yüzyılın sonlarında geçtiği için, günümüz dünyasındaki kültürler arası
farklılıkların o zamana göre aslında ne denli keskin sınırlardan uzak olduğunu
okuyucu olarak gözlemleme şansını sunuyor bize.
Yine
de yüzyıllar geçse de insanoğlunun üç kuruş için beş takla atmaktan
çekinmediği, dolandırıcılığın bir marifet olarak görülmediğini geçmişte geçen
bu güzel kitapta görmek yine mümkün oluyor. İşine, kendisine, kısaca hayata ve
insan olmaya olan saygısından dolayı reddettiği her şeyde işinden olmasına,
mevkisinden olmasına dahi razı görünen Jacob'un bir yandan da aşık olduğu
kadına ulaşma çabasını okuyoruz. Ticaretin merkezi olan Decima'da çarkları
döndüren yolsuzluklar ve kanunsuzluklar içinde, kendi inançları ve doğruları
ile yaşama savaşı veren katibin hiç derdi yokmuş gibi bir de içine düştüğü aşk
çıkmazı, hikayeye tat katan ayrı bir nokta olarak karşımıza çıkıyor.
Ülkesinde
bıraktığı Anna'ya olan bağlılığı ve Aibagava'ya duyduğu aşkın arasında kalan
genç adamın, aşması gereken zorlukların yanında kültür çatışmasının sonuçlarını
da göze alması gerektiği gerginliği okuyucuya çok net yansıtılıyor. Kadının
konumunu, kadının toplumda ne denli aşağıda bir konumda olduğunu vurgulayan
hikayede, bir kadının özgür iradesinin yok edilmesinden tutun da sömürülmesine
ve bir mal gibi alınıp satılmasına kadar, maalesef günümüzde bile görmekte
olduğumuz tüm olumsuzluklar Jacob'un hikayesi içinde bizlere yansıyor.
Hikayenin
başında arka planda da kalsa, sayfalar ilerledikçe Aibagava'nın da, Jacob'un
hayatında olduğu kadar kitabın içinde de ne denli önemli bir konumda olduğunu
anlıyorsunuz. Başına gelen derdin içinde siz de kendinizi görüyor, kadınların
içine zorla itildiği, haksızlığın ve değersizliğin kol gezdiği bir
"hapishanede" acı çeken bu genç kadının çilesini paylaşıyorsunuz.
Harcanan, köle gibi tutsak edilen her insan gibi, Aibagava'nın acısı da sizi
derinden etkiliyor.
Jacob
ve Aibagava'nın hikayeleri kitap boyunca farklı bölümlerde okuyucu sunulmaya
devam ederken; suç ve ceza kavramlarını sorgulamaya, günümüz dünyasıyla,
hayatımızla bağlantılar kurmaya okuyucuyu davet ediyor yazar. Bir çaydanlığı
çaldığı için idama giden onlu yaşlarındaki gençlerin yanında, ticaretin
merkezinde dönen tüm yolsuzlukların örtbas edilmesi insanı gerçekten rahatsız
ediyor. Okurken kendi hayatlarımızı, kendi dünyalarımızı düşünmemek elde değil.
Kimin neye göre ceza aldığını, hangi suçun hangi insan için ne ceza gerektirdiği
gibi zerre adaletten uzak çıkarımları zihninizde kuruyorsunuz okurken.
Ve sorguluyorsunuz. Adalet nedir, kölelik
nedir, özgürlük nedir?
2 yorum:
İlk bölüm hariç kitabı sevmiştim ben...
@Gül Akça: Ben de beğendim, baya heyecanlı ilerliyordu.
Yorum Gönder