27 Mayıs 2013 Pazartesi

Agatha Christie "Bitmemiş Portre"


Agatha Christie’nin yeri bende apayrıdır. Kendisine yönelik ufaktan bir saplantım olduğunu da düşünüyorum. Keşke tanışabilseydik dediğim yazarların – ölmüş olanların – başında geliyor. Keşke tanışabilseydik listesinin başını şu an aslında Scarlett Thomas çekiyor ama bu başka bir yazının konusu olsun.

Bitmemiş Portre, Agatha Christie’nin Mary Westmacott adı altında yazdığı ve sıklıkla kendi hayatından belirgin izler taşıyan “diğer” romanlarından biri. Kitabın arkasında da belirtildiği üzere, benim de katıldığım bir görüş olarak, bu romanda yazarın kendisini “tamamen” görebiliyorsunuz. Çünkü burada konu başlı başına Celia adı altında karşımıza çıkan Agatha Christie.

Çocukluğundan başlayarak, anlatıcıya Celia tarafından aktarılan bir hayat ile hikaye anlatılmaya başlanıyor. Dönemin tipik bir İngiliz ailesi, aile yaşamı, toplumda kadının yeri gibi detayların etrafında örülen çocukluk anılarıyla karşımıza çıkan Celia, ne kadar duyarlı ve hassas bir çocuk olduğunu da bu dönemden itibaren yansıtmaya başlıyor. Çizilen karakterin öne çıkan özellikleri gerçekten bunlar; buna ek olarak hayatında “anne” önemi ve kırılganlığı, içe dönüklüğü ve geniş hayal gücü de görülebiliyor.

Dönemin geleneklerine ve eski değerlerine bağlı bir ailesinin etrafında geçtiğini de hesaba kattığınızda, sıklıkla toplumsal cinsiyet rollerinin keskin hatlarını da görmek size sürpriz olmuyor. Erkek egemen toplum içinde kadının kendisine “öğretilen” hareketler içinde yaşamasına, öğrenmesine vs bağlı değerler, günümüze baktığınızda uzak gerçekler gibi görünse de bir zamanlar, üstelik yakın bir zamanlar ne kadar baskındı, bunu görebiliyorsunuz.

Agatha Christie’nin biyografisinde de belirttiği gibi mutlu ve şanslı bir evlilik yapan annesi ve babası, “Grannie”, köpekleri ya da evcil hayvanların evdeki yeri, kızı ile arasındaki mesafeler... Her şey o kadar kendisine ait ki, bir itiraf özelliği taşıdığı bile söylenebilir. Belki içten içe kendisine dair bir sorgulamadır – olabilir. Neden işlerin o noktadan bu noktaya geldiğini işin içine kendisini de katarak, kurban olduğu durumlara rağmen kendisini de yargılayarak anlamaya çalışıyor olabilir.

Bir çocuğun zamanla bir kadına dönüşmesi süresince hayatındaki her bir önemli noktayı öğrenerek hikayede ilerlediğimizde, aslında kitabın arka kapağında da belirtilen bir sona yaklaşmakta olduğumuzun farkında oluyoruz.

Celia’nın aslında Agatha Christie olduğunu kabul ettiğiniz anda, özellikle de yazarın hayatına dair bir kitap olan “Agatha Christie’nin Kayıp On Bir Günü” adlı kitabı da okuduysanız, işin nereye varacağını biliyorsunuz demektir. Eğer bilmiyorsanız, okuyun derim. Yazarın karakterini kitaplardan ne kadar öğrenebiliyoruz bilmiyorum ama bahsettiğim kitap ve Bitmemiş Portre, kesinlikle daha belirgin hatlarla sunuyor hayatını bize.

Hüzün dolu bir bir hikaye, yeri geliyor anlamsızlığa ve haksızlığa siz de Celia gibi tepki veriyor, yeri geliyor onun sakinliğinin karşısında sizin içinizden ortalığı yıkıp dökmek geliyor. Bence gerçek hayatta uğradığı haksızlığın intikamını alış biçimi, yani İngiltere’yi ayağa kaldıran o kayıp on bir gün, polisiye romanlarında sıklıkla öne çıkan intikam hevesinin kendi hayatında da vücut bulmuş hali oluyor.

Çok hassas, hayal dünyasında yaşayan ve kendisine bu hayal dünyası içinde güvenli sınılar çizen bir insanın, aslında evlilikle gerçekliğin tam ortasına düşüşü ve ölümle yüzleştikçe daha da ağır gelen darbelere maruz kalışının karakteri üzerindeki etkilerini acı şekilde de olsa net biçimde görüyorsunuz.

Tarihte daha uzun yıllar adı zevkle ve saygıyla anılacak bir yazarın, hayatı, gözlerinizin önünde. Tüm detayları, yanlışları, doğruları ve sorgulamalarıyla.

Hiç yorum yok: